Mağaradan Kurtuluş

Bir musibet isabet etti üstümüze.
Yetmedi gücümüz onu kaldırmaya üzerimizden.
Ne zelzele halindeki yere geçiyor hükmümüz
ne gökten yağmur yağdırmaya
ne de durdurmaya yağan yağmuru.
Aciz,
zayıf ve
bîçareyiz.

Hani bir gün Peygamber Efendimiz
mağaraya sığınmış
üç gencin hikayesini anlatmıştı.
Mağarada mahsur kalmış
üç gencin kurtuluş hikayesini…

Maddi manevi bunca felaketin altında
o üç gencin yaptığı gibi,
biz de
kalbimize,
niyetlerimize
ve amellerimize dönelim.
Karşılıksız,
beklentisiz
ve samimi amellerimize…
Sırf O’nun rızası için
nelerden vazgeçtiğimize,
hangi hevesimizi terkedip
hangi kararımızda
sabit kadem olduğumuza bakalım…

Çünkü samimi niyetlerle yaptığımız ameller
açacak yolumuzu
ve onlar vesile olacak üstümüzden kalkmasına enkazın.

Allah’ım Senin içindi diyebilmeliyiz.
Yalnızca Senin için…
Sırf Senin için…
Senin için,
Rızan için…
Zira en büyük devlet
Senin rızan ve
hoşnutluğun
bizim için…

Ve bugün
herbirimiz
tıpkı o gençler gibi
Allah’a el açıp
katışıksız amellerimizi zikretmeli ve şöyle demeliyiz:

Allah’ım!
Ben ancak ve sadece
Senin rızan için
o gün o yanlışı yapmadım.
Gözlerimi, dilimi,
elimi, malımı ve
nefsimi korudum.
Uyabilirdim nefsime lakin
korudum kendimi
Senin yardımınla.
Bunu sadece Senin hoşnutluğunu kazanmak için yaptım.
Ve bunu vesile kılarak
yine Senden üzerimize gönderdiğin
afet ve felaketlerden bizi kurtarmanı diliyorum.

Allah’ım!
Bize merhamet et.
Bize acı.

Toprak

İnsanın mayasıdır toprak
ve insan onun fıtratından da beslenmiştir.
Sakın aldatmasın seni
toprağın insana karşı cömertliği.
Zaten kendisinden değildir bu cömertlik.
Onda bir Rezzak’ın hükmü işliyor mütemadiyen.
Hiç topraktan izler taşır mı toprakla sunulanlar?
Toprağın rengi, tadı ve kokusu görülür mü onlarda?
İşte bak! Hep bir bencillik var toprağın özünde,
bir hodbinlik.
Gökten bir rahmet düşse
kendi doymadan toprak,
sadrına şifa olacak
bir ab-ı hayat sunmaz insana.

İlliyet

Umûr-u dünyanın
câzibesine kapılan insan için
bir zindan olur dünya,
nefesin keser,
bîhuzur bırakır.

Huzur talep ederse şayet
mutlak bir illiyet kurmalı insan
kendiyle alakalı
hem haricinde dünyanın.

Bir illiyet… Lakin
önce bilmeli kendin,
kendin bilmeli insan.
Zira
ancak kendin bilen, bilir:
bilinmesi vacip olan kimdir?

Zaman

Zamanın bir hafızası vardır.
Ve mekanın da bir hafızası.
Bir daire formunda ilerler sanki zaman.
Bir daire formunda,
döne döne…
Zaman mekanla vardır
ve mekan zamanla eskir
öyle görünür bize.
Oysa bir hallâkiyet işler hepsinde
kesintisiz
kesintisiz…

Fukarâ

Rütbeye bakılmaz huzûrunda Sultanın.
Çün gedâdır herkes ânın nazarında.
Hubb-u câha meftun pek çok fukarâ amma
Zâtından bilir kim ihsânını Sultanın.