Modern insan artık yapayalnız

Eskiden her öğünde yer sofrası kurulur ve aile fertleri bir kez daha bir araya gelirdi. Yemekler ayrı ayrı yenmezdi. Kimi diz çöker, kimi bağdaş kurar otururdu. Yemek için herkesin gelmesi ve aile büyüğünün besmeleyle başlaması beklenirdi. Böylelikle her çocuk, yemeğe Allah’ın adını zikretmekle başlamak gerektiğini öğrenirdi. Sofraya büyük taslarla çorbalar konur, yemekler büyük tabaklarda sunulurdu. Yemeklerin sunulduğu büyük ve ortak tabaklar ‘biz’ bilincini, birlik ve bütünlük anlayışını zihinlere kazırdı. Herkes aynı tabağa kaşık sallar ve yemeğe önünden başlardı. Yemek yemeğe önünden başlamakla, kendi durumunu kabullenmeyi, hırslı ve tamahkar olmamayı, başkasının imkanına göz dikmemeyi öğrenirdi. Bir kaşık çıkar bir kaşık girerdi tabağa. Çakışma olduğunda, ya büyüğe hürmeten ona öncelik verilir, ya da kaşığın yönü değiştirilirdi. Taslar boşaldıkça yeniden doldurulurdu. Tabakların dibine yaklaştıkça, herkes başkasını kendisine tercih etmeye çalışırdı. Anne baba ‘elhamdülillah’ der, erken bırakırdı kaşığı, kardeşler bir ‘sünnetleme’ çalışması içerisine girerlerdi. Tabağa girip çıkan kaşık sayısı, bolluğun, bereketin ve çokluğun göstergesi kabul edilirdi. Sofra ortamı sadece yemek yenilen bir ortam değil aynı zamanda kültürün dinamik bir şekilde sergilendiği ve aktarıldığı bir ortam olurdu.
Sofra, kültürü yansıtıyordu. Zamanla doğrudan ya da dolaylı bir kültür dalgalanmasıyla birlikte, sofralarda köklü değişiklikler oldu. Önce yerden kalktı sofralar. Masalarda yer buldu herkes. Mesafe kondu insanların arasına. Sonra sofrada bulunan herkes için, kişiye özel ayrı bir tabak konuldu masaya. Ve herkesin kaşığı kendi tabağına girip çıkmaya başladı. Masanın etrafında çok kişi vardı belki ama her kaşığın tabağı diğerlerinden ayrıydı. Herkes kendi tabağıyla meşguldü, kendi dünyasıyla…
Tabaklar ayrılıp kişiye özel olunca, bir benlik duygusu sokuluverdi insanların içine. Modern hayatla birlikte herkes kendini ayrı bir birey olarak gördü. Dahası herkes kendini görmeye, kendini bir fert olarak fark etmeye başladı.
Ben… Benim tabağım… Benim sofram… Benim ailem… Benim evim… Benim…
Sofralarda filizlenen ayrılık düşüncelerinin ardından, ayrıldı aileler. Geleneksel aile parçalandı ve çekirdek aileler ortaya çıkıverdi. Tıpkı ayrı konulunca yemek tabaklarının artması gibi birden çoğaldı aileler. Birden çoğaldı ve geleneksel yapıdan koptu. Ayrı kaldı. Ailenin temel taşını oluşturan insan ise yapayalnız.
İnsanın yalnızlaşması, normal ve kendi tabii seyri içerisinde gelişen bir durum değildi elbette. O modern zamanlarda yemek masasında önüne kendisi için ayrı bir tabak konulduğunda yalnızlaşmaya başladı. Modern hayat birey-insana kendisini tüm benliğiyle hayatın merkezine almasını salık verdi. Ve modern insan bunu yaptı. Kendisini hayatın merkezine koydu ve kendisini kutsadı. Böylelikle zaten yapısında var olan bencillik potansiyeli açığa çıktı. Heva ve hevesini her şeyin üstünde tuttu. Kendisinin dışında kalanları dikkate almadı, önemsemedi. Tek başına bir millet olma özelliğini yitirdi. Yalnız ve bir başınaydı artık…
Kendi kaşığında çırpınmaya başladı modern insan. Artık sadece kendi sofrası onu ilgilendiriyordu, kendi tabağı. Ne yemek için birilerini beklemesi, ne önünden yemesi ne de başkalarını kendine tercih etmesi gerekiyordu.
İnsan, modernizme yenildi ve modern hayatla birlikte yalnızlaştırıldı. Yalnızlaştırıldı çünkü, kültürel geçmişleri zengin ve toplumsal mesajları güçlü inanç sistemlerine sahip toplumların modernizmin etkisi altına girebilmesi için en zayıf halka fert idi. Geleneksel ailenin temel parçası olan birey. O çözülse sırasıyla önce aile sonra toplum çözülecekti. Çünkü aileleri çözülememiş toplumlar, modernizmin nüfuz etmekte zorlandığı toplumlardır. Geleneksel değerler, oralarda modern değerlerden daha baskındır.
Modernizm, yalnızlaştırarak büyük toplumsal çözülmelere neden kıldığı birey insanı aynı zamanda bilinçli ve iyi bir tüketici olarak tanımladı. Ne kadar tüketiyorsa, o kadar değerli gördü insanı. Hayatı onun tüketmesi esasına göre dizayn etti. Kapitalizm, liberalizm, sosyalizm, demokrasi gibi sistemleri buna göre kurguladı. Her şeyi modern dünyada tüketilecek bir meta olarak barkodladı. İnsan tüketmeli ve tüketilmeliydi. Çünkü sistem kazancını ve varlığını insanın tüketmesi üzerine bina ediyordu. İnsan tükettikçe sistem kazanacak ve böylelikle sistem varlığını ve gücünü devam ettirecekti. Kocaman ihtiyaç listesi konuldu insanın önüne. Sahip olmadığı herşey bu listede vardı. Bunun gibi birçok kavram bile yeniden tanımlandı. İnsanlar, sınır koymadan istemeli ve onu elde etmek için de durmaksızın çalışmalıydılar. Sermaye sahipleri bilimsel ve teknolojik çalışmaları tüketimi sürekli kılacak şekilde planladılar. Geliştirdikleri reklam sektörüyle insanı teknolojinin bilinçli ve istekli bir takipçisi haline getirdiler. İnsanın zihin kodlarını yeniden belirlediler. İnsanı tüketmekten alıkoyan herşeyi düşman belleyip onunla mücadele ettiler. Bunun için farklı mücadele yöntemleri geliştirdiler. Tüm bunları, insanı ve tabiatı katlederek yaptılar aynı zamanda. Bundan zerre kadar çekinmediler.
Modern zamanlarda insan artık yalnız. Çünkü herkesi kendi tabakları ilgilendiriyor. Ve modern insan bir tükenmişliği yaşıyor, bir tükenmişlik sendromunu.
Çevresinde tüketebileceği o kadar çok şey var ki, araçların çokluğu içerisinde kendisini bir eşya olarak değil, bir insan olarak konumlandırmakta zorlanıyor. Modernizmin gösterişli ve parıltılı zindanlarında yalnızlığın girdabında kıvranıyor. Her şey üzerine üzerine geliyor. Nefes almakta bile zorlanıyor, içi daralıyor, ruhu bir mengenede sıkılıyor sanki. Gözleri içindeki fırtınaları dağıtacak bir küçük ışık arıyor, bir çıkış. Kendisini yalnızlığın girdabından kurtaracak çıkış yolu, aslında içinde bulunduğu halin bizzat kendisinde gizli. Yani modern zamanların insanı, içinde bulunduğu yalnızlık girdabından çıkabilmek için yeniden kalbine dönebilir. Yalnızlığın güçlü yanlarından biri de budur. Aşkı yeniden keşfedebilir. Kimsesizliği iliklerine kadar hisseden biri, kimsesiz olmadığına, bir kimsesi bulunduğuna en yakın olan kişidir. Kendisine şah damarından daha yakın biri olduğunu görebilir. Sahipsiz olmadığını hissedebilir. Ve sahibine kulak verir, başka sesleri duymaz olur…