İç Dünyamızı Disipline Edebilmek

Uzun zamandır çocukların iç dünyalarında oluşması gerektiğine inandığım iç disiplinin nasıl sağlanabileceğini düşünüyordum.
Bugün, çocukluk ve erken gençlik dönemlerinde bulunanların bir çoğu, hayatlarını istek ve arzularının akışına bırakmış durumdalar. Ne isterlerse onu yapıyor, neye isterlerse ona, istedikleri gibi tepki gösteriyorlar. Hayatın merkezine kendilerini koymuşlar. Tüm değer yargılarının kendilerinden hareketle oluşabileceğini, yani kendileri kaynaklı olabileceğini vehmediyorlar.
Bu yüzden, hayatları istekleri etrafında şekilleniyor. Bir şeyi istemek ya da istememek, bütün meseleleri bu. Ama aslında ‘istemek’, dünyanın en zor işlerinden biri. Çünkü bir şeyi istemek, onun dışındakilerin neden istenmediğini bilmekle bir anlam kazanır. Ancak gençlerimizin istemeleri, bu manada değerlendirilebilecek bir istemek de değil. Öyle bir derinliğe sahip olmaktan yoksun ve köklü bir altyapıya sahip olmanın ötesinde, oldukça sığ. Onlar sadece istedikleri için istiyorlar. Ve bu istekleri onlara biraz daha bilinçsiz bir şekilde zaman harcama imkanı tanıyor. Çünkü bilinçli bir temelden mahrum bulunan bütün istek ve arzular, bireye ve topluma fayda sağlayabilecek bir özellikten yoksundur. Yani keyfidir. Bu durum devam ettiği müddetçe de iç dünyaları, olgunluğu meyve verebilmekten uzak, çiğ ve ham bir görüntü sergilemeye devam edecektir.

Vakit geçirmek ve zaman doldurmak, dahası vaktin nasıl geçtiğinin farkına varmamak için istek, arzu ve heveslerinin kılavuzluğunda ne gerekiyorsa onu yapıyorlar. Zaman ile ilgili bir sorunlarının olduğu anlaşılıyor buradan. Zamanı şuurlu bir şekilde yaşamak acı veriyor onlara.

İnsanların arzu ve hevesleri, içlerinde kendilerini hep kötülüğe meylettirmeye çalışan sesin (nefs) bir uzantısıdır. Bu ses, çoğunlukla insanların hayrına olabilecek temayülleri harekete geçirmez. Hep basit, süflî ve faydadan uzak sonuçların peşinden koşturur. Bunu yaparken de insanların aklî melekeleri yerine, onların his ve duygularını kullanır. Hisleri hep aklî melekelerinin önünde yer alır. Dolayısıyla çocukluk ve erken gençlik dönemlerinde olanlar, mutlu olmak için içlerinden gelen sesi dinlerler. Bazan başları ağrısa da, bazan akıllıca bulmasalar da, hislerinin peşinden gider, hislerine yenilir ve fakat bunu umursamazlar.

Böyle bir iç dünya, köşeleri olmayan bir iç dünyadır. Böyle bir ruh yapısı, doğruları ve yanlışları oturmamış, kendi kendisini disipline edebilme imkanından yoksun, bayağı bir ruh yapısıdır. Çünkü önemli olan doğru ve yanlışları sadece akla kabul ettirecek şekilde benimsemek değildir. Bunları duygulara hakim kılabilmektir bütün mesele. Olgunluk ve kemalât budur. Bir başka ifadeyle olgun kişi, içinden gelen akıl ve his kaynaklı ses trafiğini çok iyi yönetebilendir.

Örneğin, erken gençlik dönemlerinde sokak gezintileri, televizyon seyretmeler, arkadaşlarla dolaşmalar, bilgisayara ve internete bağlanma en gözde etkinlikler arasındadır. Bunların her biriyle saatlerini tereddütsüz geçirebilirler. Bundan haz alır, mutlu da olurlar. Arkadaşlarla dolaşmak yerine ders çalışma alternatifini düşündüklerinde, aklen ders çalışmayı kabul eder ve fakat yine de arkadaşlarıyla dolaşmayı tercih ederler. Arkadaşlarıyla dolaştıklarında yaşayacakları hazzı dikkate aldıklarında, ders çalışmanın kendilerine acı vereceği vehmine kapılır ve dolayısıyla ilkini tercih ederler.

İç dünyaları dış etkenlere açık ve dışarıdan gelebilecek olumsuzluklara karşı önemli ölçüde savunmasızdır. Dıştan gelen her ses, içte güçlü duygusal bir karşılık bulursa, kişi o doğrultuda hareket etmekten kaçınmaz.

O halde, çocukların iç dünyaları nasıl disipline edilebilir? İnsanların iç dünyasını şekillendirecek en önemli etken, etkin bir şekilde benimsemiş olduğu doğru ve yanlışlardır. Bunların kim tarafından belirleneceği zihinlerde netleştirilir, yani doğru ve yanlışı belirleyecek olan merci tespit edilirse, o zaman bir çok çelişkinin önüne de geçilmiş olur.
Doğru ve yanlışı belirleyecek olan merci zihinlerde kabul gördüyse, sıra bu merciin doğru ya da yanlışı hangi yolla bildireceği meselesine gelir. Bunu da öğrendiklerinde artık ayaklarının üzerinde rahatlıkla durabilecek ve ikilemde kaldıklarında hangi kaynağa yönelebileceklerini kesinleştirmiş olurlar.

Bir olan Allah inancına sahip olan çocuklar, bir defa doğru ve yanlışı kendi istekleri doğrultusunda belirlemek gibi bir durumlarının bulunmadığını bilirler. Kendileri yaratılmıştır ve Yaratıcı kendileri için en iyi olanı ister, buna da inanırlar. Allah’ı isim ve sıfatlarıyla bilirler. O isim ve sıfatlar ise, yaratıcının ‘varlığın en şereflisi’ olarak yarattığı kendileri üzerinde ne büyük bir şefkat ve hassasiyete sahip olduğunun açık işaretleridir. Yeryüzünde inanan ve inanmayan herkese yönelik ikramı ise cabası.

Doğru ve yanlışı belirleyen bir Allah inancı, insanların ruh dünyalarında karmaşıklığın, keşmekeşliğin olması ihtimalini ortadan kaldırır. Çünkü doğru ve yanlışı belirleyecek merci birdir. Birlik ise, bir düzendir.

Bu düzen sağlandıktan sonra, Allah’ın emirleri uygulanır. Günün belirli vakitlerinde kılınması gereken namaz, belli bir ayda tutulması gereken oruç, belirli bir miktarda verilmesi gereken zekat, belli bir zamanda yapılması gereken Hacc gibi. Tüm emirler, yani ibadetler, bir düzeni ifade ediyor, düzensiz, karmaşık ve muğlak bir yapı arz etmiyorlar. Bu ise, inanan ve ibadet eden insanlar için sadece günlük hayatın değil, bir yaşam sürecinin disiplinli ve düzenli bir karaktere sahip olabileceği anlamına geliyor.

Peygamberimiz, çocuklara 7 yaşına geldiklerinde namaz kılmalarının tavsiye edilmesini söylüyor. Bu önemli. Yani 7 yaşına gelinceye kadar çocuklarda, namaz emrini yaklaşık olarak anlayabilecek bir altyapının hazırlanması gerekiyor. 7 yaşında namaz kılmak ise, çocuğun dışarıdan hiçbir zorlama olmadan, hiçbir baskıya maruz kalmadan, tamamen kendi kendine zamanı ve hayatı şekillendirmesi demektir. Daha da mühimi, namaz kılmış olmakla hayatın akışındaki konumunu kendi iç dünyasında oturtmuş olması demektir.
Bu elbette, ailenin aynı pratiği düzenli bir şekilde yapıyor olmasıyla da etkinliği artabilecek bir husustur. Ancak Peygamberimiz 7 yaşına geldiklerinde namaz kılmalarını söyleyin, 10 yaşına geldiklerinde ise, eğer namaz kılmıyorlarsa, (bir yanlışı yapıyorlar anlamında) hafifçe dövün, buyuruyor.

Çünkü namaz önemli. Ve insanların iç dünyalarını disipline etmede, oldukça etkin bir yere sahip. Hem her gün, hem de günde 5 kez. Günün farklı farklı vakitlerinde, güneş doğmadan, güneş tepeyi hafif aşınca, ikindi vaktinde, güneş batınca ve yatsı vaktinde namaz kılan, namaz dolayısıyla temizlenen, bilinçli bir şekilde huzura çıkan, her namaz sırasında kendini kul Allah’ı Rab kabul eden, Allah’ın kendisine vermiş olduğu bütün nimetlerden dolayı ona şükreden, sadece O’na kulluk edeceğini ve zor durumda kaldığında O’ndan yardım dileyeceğini bilen, Allah’tan kendisini doğru olana yönlendirmekle ve yanlışlığa sapanların yollarından alıkoymakla kendisini nimetlendirmesini isteyen bir erken gençlik dönemindeki kişi, iç dünyasını etkin bir şekilde şekillendirme imkanı yakalamış demektir. Bu düşünceler, her gün günde beş kez, iyilerden olmak ve kötü yollardan uzak durma arzusunu dile getirmek anlamında bile önemlidir. Namazın bireyin kendi kendine dolaylı da olsa böyle bir telkin oluşturma özelliği vardır.

Hele bir de, küçük yaşlardan itibaren namazın cemaatle kılınması alışkanlığı kazandırılırsa çocuklara, bireysel hareket etmenin dışında toplumsal harekete dahil olmayı, toplumsal harekete uyum sağlamayı, imamın komutlarını beklemeyi ve bu komutlara itaat etmeyi, cemaatin oluşturmuş olduğu ahengin bir parçası olduğunu, cemaate uymadığı zaman ahengin kendi uyumsuzluğu dolayısıyla bozulabileceğini öğrenmesi çok ayrı bir kazanımdır.

Namaz bu yönüyle, günün her vaktinde bilinçli olmayı zorunlu kılan bir ibadettir. Onun hem iç dünyayı hem de gündelik hayatı disipline etmek gibi göz ardı edilemeyecek bir özelliği vardır.