Ölüm, hayat kadar beyaz

‘Babayiğit biriydi’
‘Pehlivan yapılıydı’
‘Cömert ve misafirperverdi.’
‘Ağırlığı olurdu gittiği yerde.’
‘Bir çınar gibiydi. Bel veren, gölge yapan.’
‘Devrildi.’

Yokluğuna kısa sürede alışabilmek niyetiyle verildi toprağa.
Kalabalıktı cenazesi.
İnsanlar kendilerini ölümün elinden kurtarmış,
Bu sefer de ölmemiş olmanın hazzıyla
kendilerini onun yokluğuna alıştırma gayreti içerisinde
ayrıldılar kabrinin
Yani onun yanından.
O yoktu artık yaşadıkları dünyada.
Yapılabilecek başka bir şey de yoktu.
Ne yapılabilirdi ki.

‘Bir çınar gibiydi.
Devrildi.’
‘Sultan Süleyman’a bile kalmamış dünya.’
Bu sözle olağanlaştı ölüm.
Herşey olağanlaştı.
Olağandı zaten…
Ağırlığı olurdu gittiği yerde önceleri.
Onun başkalarının ölümünü beklediği gibi
Onun ölümünü bekledi başkaları.
Bu ölümdü.
Bir ölümdü.
Olağan…

Hayat,
Ağırlığı da olsa gittiği yerde,
onsuz olabiliyormuş.
O yok şimdi.
Artık
önceleri gittiği yerde ağırlığı da.

Ölümün
Kıyısına erişenler için mi olağandır ölüm?
Onun kıyısı olmaz ki hani.
Olamaz ki.
Ya da kıyısından hiç uzaklaşılmaz ki ölümün.

Ölüm olağandır işte.
Yaşamak kadar olağan.

Öldü.
Devrildi.
Bir çınar gibiydi.
İnkar edilmez bir gerçekti ölüm.
Başkalarının beklediğinden daha fazla bekledi.

Ölüm hayat kadar beyazdı.
Gerçekti.
İnkar edilmezdi bu.
Edenler de bildi.
Ölümdü.

Öteki ayağı hiç ‘çukur’dan çıkmadı zaten.
Dedim ya ölüm ‘gerçek’ti.
Ama inkar edilmeliydi sanki.
İnkar edilmeliydi çünkü
Doğumdan önce de vardı hayat
‘gerçek’ten sonra da olmalıydı.
Ve olacak olan
Hep daha güzel olacaktı.

Hayat ölüm kadar siyahtı.

Ölüm
Yaşamak kadar tatlı olmalıydı.
Çünkü olağandı.
Bir ayağı çukurda
Beklemek de olağan.
Çünkü ölmek
Hür olmak demekti,
Ya da esaretten kurtulmak demek.

 

1999