Savaşların galibi çocuklar!

Oğlum Taha Erdem, dünya siyaseti adına hareketli bir dönemde dünyaya geldi. Taha Erdem’in ilk aylarında güney komşumuz Irak’ta masum çocuklar ABD, İngiltere ve onlarla birlikte hareket eden diğer Batılı devletlerin attığı misket bombalarıyla hayatını kaybediyorlardı. Baharın coşkusunu, heyecanını, nisan yağmuru gibi gökten yağdırılan bombalar yüzünden hissedemiyorlardı yüreklerinde. Uçurtma yapmak akıllarından bile geçmiyordu. Çünkü semalarında uçan her şeyi kendilerini yakınlarından ayıracak bir cisim olarak algılıyorlardı. Uçaklardan atılan bombalardan korunmak için girdikleri sığınaklarda yüreklerine kin, nefret ve düşmanlığın atıldığı sohbetlere tanıklık ediyorlardı. Belli ki bu kin, susturuyordu onları. Onlar da pilot olmak istiyorlardı artık, ama her zamankinden farklı bir düşünceyle. Göklerden yağdırdığı bombalarla insanların hayatına kasteden bir pilot gibi, barışa ve hayata kastedecek bir pilot olmak.

Amerika, İngiltere ve hempalarının kendilerini öldürmeye çalıştığını biliyordu Iraklı çocuk, ama bu arada şunu da hissetmekten geri durmuyordu minik yüreği. Tüm dünya ölümünün altına sessiz ve soğuk bir damga vuruyordu sanki. Soğuk bir damga ve sessiz bir onay. Çünkü hiç kimse yoktu dışarıda arkadaşlarıyla misket oynarken patlayan misket bombalarıyla kolunu kaybettiğinde, kafası parçalandığında. Acıyan yerine bir öpücük olsun konduran bir yabancı yoktu yanı başında. O Irak’ta zulmün amansız kıskacı altında kıvranırken, insanlar evlerinin damlarında ya da hayvanat bahçesinde özgürlük sembolü kabul ettikleri güvercinleri beslemeye devam ediyorlar. Hem de kardeşinin parçalanmış bedenini televizyonlardan seyrettikten sonra.

Ölmekten korkmuyor Iraklı çocuklar, onlar ölmekten korkmuyor ama onları korkutan şey, birlikte aynı atmosferi paylaştıkları insanlığın ahlaken ölümü. ABD, İngiltere ve müttefiklerine ait ordunun var olduğu her yerde neden ölüm kustuğunu, neden Azrail kesildiğini anlamıyorlar bile.

Ben bir Iraklı çocuğu ağlarken gördüğümde korkar oldum artık. Çünkü onu ağlatan, kirli savaşın şimdiye kadar sahip olduğu temiz zihin dünyasının kirlenmesi endişesinden başka bir şey değil. Çünkü hem insanlık onun boşlukta kalan minicik elini tutmaktan imtina etmiş hem de kendi dünyasında insanlığı tabi tuttuğu sınavı kaybetmiş insanlık…Okul kitaplarını şöyle bir karıştırdığında, gözüne önce dünya atlası çarpacaktır herhalde. Sonra eline aldığı bir makasla dünyayı çıkaracaktır atlastan. Irak’ı çıkaracaktır. Çünkü ‘komşusu açken tok yatan bizden değildir’ hadisi gelecektir aklına, açlığına, susuzluğuna bakmaksızın Irak’ın hiç komşusunun olmadığını düşünecektir.

Savaş elbette en çok herkesi vuruyor; ama özellikle çocuklar vuruluyor her savaşta. Bir babanın başka çocukların katline sebep olabileceğini akılları almıyor onların. Bir baba, hiçbir çocuğu babasından koparabilmek için mücadele veremez, çarpışamaz diye düşünüyorlar. Devlet adamlarının insanların en liyakatlilerinden olduğu şeklinde bilgiler vardır zihinlerinde. Ama yaşadıklarından sonra artık her devlet başkanının akıllı ve erdemli olmayabileceğini öğreniyorlar. Öylesine doğru bir mantıkları vardı ki, nedenini bile anlayamadılar bu savaşın.

Kendilerinin tanımadığı ve kendilerini tanımayan insanların neden sokakta arkadaşlarıyla oyunlarını bozduğunu doğrusu anlamadı Iraklı çocuklar.

Canları yandığında, dudaklarını büzerek kısık bir ses tonuyla sadece ‘sana küstüm’ dediler insanlığa.

Taha Erdem dört yaşına geldiğinde, ABD özgürlük getirme söylemiyle girdiği Irak’ta her yönüyle özgürlükler için riskli bir ortam oluşturmaktan başka bir şey yapabilmiş değildi. Bu esnada İsrail, İslam dünyasına daha hırçın bir şekilde musallat oldu. Lübnan’a saldırdı ve bir zamanlar yakın doğunun en mühim coğrafyalarından biri olan Lübnan’a bombalar yağdırdı. Üstelik savaşta hep belden aşağıya vurdu. Sivil, kadın, çocuk ayırımı yapmadı. Dünya yine seyretti bunu. Ama bir müddet sonra Yahudi hahamlar, belden aşağıya vurmayı bir kurala bağladılar. Ve dünya tarihinde eşine az rastlanır bir şekilde din adına vahşete imza atarak çocukların ve sivillerin de öldürülebileceğine fetva verdiler. Yani artık Yahudilerin dışında herkes masumiyetini kaybetmişti onlara göre…

Minicik bedenlerini alıp gitmek istedi çocuklar, böyle bir dünyada yaşanmaz diye. Ancak ruhlarını götürürlerken, bedenleri ya bir enkazın molozlarına takılmış ya da bir İsrail füzesiyle parçalanmıştı.

Annesinin kucağını bile basamak yaptı kimisi Cennetin bir kuşu olmak için…

Onurlu bir duruşu vardı Lübnan’da çocukların… Kendi dünyalarını, kendi geleceklerini kirleten kutsal ve masumiyet tanımayan bütün güçlere karşı onurlu bir duruşları vardı. Onlar anlamak bile istemiyorlardı, bazı insanların neden mutluluklarını kendi güzellikleri üzerine bina etmek yerine ısrarla başkalarının mutsuzlukları üzerine bina etmeye çalıştıklarını.

Ama hepsinin kulağında, herkesin bir oyunu varsa, Allah’ın da mutlaka bir oyunu olduğu bilgisi vardı, büyüklerinin sohbetlerinden kalan. Ve yine hepsi şu ifadeye de alışkınlardı, babalarının dillerinden düşürmedikleri: Nasrun minellahi ve feth’un-karib.

Taha Erdem 7 yaşına girdi. İsrail, Gazze’de Filistinli Müslümanlar üzerine karadan, denizden ve havadan bomba yağdırmaya devam etti. Camileri, hastaneleri, evleri ve sivillerin sığındığı okulları bombaladı. Yüzlerce Müslüman şehit oldu binlercesi yaralandı.

Acı ve gözyaşı yakışmıyordu yüzlerine çocukların. Ama bu sefer gerisinde bir gülümseme vardı nazarlarının. Bakışları İsrail’i telaşlandırıyor ve ürkütüyordu. Arkasına saklanacakları taşları bu bakışların ele vereceğinden korkuyorlardı belki. Çünkü bu olacaktı. Çocuklar hayatlarıyla insanlığa ders vererek Cennete gittiler.

Zafer onların oldu.

Ben onların zaferini Taha Erdem’e anlatmaya çalışıyorum.