Bürokratik Darbeler ve halkın ev sahipliği

Türkiye’de değişimlerin önündeki en büyük engel, köklü bir geçmişe sahip olan ve sistemi kendi egemenliğini sağlayacak şekilde tesis eden elit bürokrasi olarak görünüyor.

Devlet şekli nasıl olursa olsun, bürokrasi hep devlet idarecilerini yönlendirebilecek avantajlara sahip olmuştur. Çünkü yöneticiden çok daha fazla devletin işleyişi ile ilgili bilgi ve tecrübeye sahiptir. Niyet ve amaçlarına göre bürokrasi, ya idarecilerin ufkunu açar, işlerini kolaylaştırır ya da önlerini tıkar. Bu yönüyle bürokrasi bizde, kendisi için memnun olduğu bir konum edinmiştir. Halktan değildir, devlet başkanı ya da sultan da değildir ama seçkindir.

Seçkin bürokrasi Cumhuriyet Türkiyesine Osmanlı Devleti’nin bir mirasıdır. Osmanlı’da olgunlaşma süreci daha Ertuğrul Gazi’nin vefatıyla başladı. Ertuğrul Gazi vefat edince, beyliğin ileri gelenleri amcası Dündar Bey’e karşı, Osman Gazi’yi bey olma noktasında desteklediler.

I. Murat’ın Kosova meydanında şehit olmasının ardından yine bürokratlar, iki oğlundan Bayezid’in padişah olması için gerekli zemini oluşturup kardeşi Yakup Bey’in siyaseten katlini sağladılar. Bu durum bir anlamda bürokrasinin siyaseti şekillendirme çabası olarak değerlendirilebilir.

I. Bayezid kendisini sultanlığa taşıyan ve kardeşinin siyaseten katline neden olan bürokrasinin desteğini Timur ile yaptığı Ankara savaşı sonrasında düştüğü esaret sırasında maalesef göremedi. Çünkü bürokrasi yeni hedefler peşindeydi.

II. Murad’ın Balkanlarda istenilen askeri ve siyasi üstünlüğü tesis etmekte zorlanmasının ardından tahttan feragat etmesiyle birlikte, yerine 12 yaşındaki oğlu Mehmet geçmişti. Ancak Avrupalıların bir Haçlı ittifakı oluşturup harekete geçmeleri üzerine Osmanlı bürokrasisi harekete geçerek II. Murad’ın yeniden ordunun başına geçmesi teklifinde bulunmuş ve böylelikle tahtı bırakmak durumunda kalan Sultan Mehmed’in öfkesini celbetmişti. Babasının 8 yıl sonra vefat etmesinin ardından ikinci kez devletin başına geçen Sultan Mehmed, kendisinin tahttan inmesini sağlayan, en az Osmanoğulları kadar köklü ve güçlü bir aile olan ve Osmanlı Devleti’nin kurulmasında ve kurumsallaşmasında ciddi katkıları bulunan bürokraside etkin Çandarlı ailesini ortadan kaldırdı.

Bununla da yetinmeyen II. Mehmed, devşirme sistemiyle kazanılan ve Enderun’da kaliteli bir eğitimden geçirilerek devletin önemli birimlerinde istihdam edilen yeni bir bürokrat tipi oluşturdu. Böylelikle müslüman kökenli bürokratların güçlenmesi engellendi. Devşirme kökenli bürokratların önü açıldı. Devşirme kökenli bürokratlar, köklü bir aile aidiyetleri olmadıkları için, sadece padişaha minnet duyacak ve ona bağlı olacaklardı.

Ancak kendisinden sonra oğulları Cem ve Bayezid arasında da bürokrasiden buldukları destekle ciddi mücadeleler yaşandı. Hatta Cem Sultan, ağabeyine devletin üleştirilmesini bile teklif etti.

Kardeşi Cem Sultan’ı mağlup edip devletin başına geçen II. Bayezid’in kendisi de bürokrasinin kurbanı oldu. Oğlu Selim, babasının Safevilerle mücadelede yetersizliğini ileri sürerek onunla mücadele etmeye başladı. Bu mücadelede Sultan Bayezid başarılı olmasına rağmen, kendi üzerinde oluşan baskıya dayanamayarak tahtı oğlu Selim’e bırakmak durumunda kaldı.

Kanuni sonrasında Osmanlı Devleti’nde valide sultanların etkinliği ortaya çıktı ancak valide sultanlar bu noktada tek başlarına hareket etmeyip sivil ve askeri bürokrasiyle ortak bir çalışma içerisine girdiler. Sivil ve askeri bürokrasi bu dönemde de palazlanmasını sürdürdü. Öyle ki,  II. Osman askeri yapıda bir yenilik yapma çabası içerisine girerek Yeniçeri Ocağını lağvetmek istediğini henüz telaffuz edince, askeri bürokrasinin hışmına uğradı ve bu düşüncesini canıyla ödedi. Genç padişah sarayından alınarak Yedikule zindanlarına götürüldü ve siyaseten katledildi. Askeri bürokrasi padişahın sarayını tecavüz ederek padişahı dışarı çıkardı ve katletti. Haddini bu kadar aşma cüreti gösteren askeri ve sivil bürokrasi, padişahın şahsını değiştirmenin ötesinde bir çaba içerisinde olmadı.

Keza, akli dengesini kaybettiği gerekçesiyle tahttan indirilen V. Murad’ın yerine geçen Sultan II. Abdulhamit de yine bürokrasinin talebine olumlu cevap vererek tahta çıktı ancak uygulamaları bürokrasinin hoşuna gitmeyince hal’i de aynı şekilde ve belki daha da dokunaklı bir şekilde gerçekleştirildi. Ancak Sultan II. Abdulhamid’in hal’i, gelişen dünya şartlarına uygun bir formatta oldu. Bürokrasi, Şeyhü’l-İslam’ın fetvasını da gerekçe göstererek padişahın hal’ini gerçekleştirdi. Batılı devletlerin meşrutiyet sistemini dayattıkları bir dönemde İttihat ve Terakki’nin ileri gelenleri, cebren yapsalar da, Sultan II. Abdulhamid’i hukuki çizgide kaldıklarını göstererek hal’ ettiler.

Ancak burada altı çizilmesi gereken bir husus var: Sivil ve askeri bürokrasi devletin tepesine yönelik darbeler yaparken, bu girişimler tamamen şahıslarla sınırlı kalmış ve yönetim sistemini etkilememiştir.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sultan Vahdettin, İttihat ve Terakki anlayışına sahip olan askeri bürokrat Mustafa Kemal’i Anadolu’ya gönderdi. Kurtuluş mücadelesi başladı. Bu mücadelenin başarıya ulaşmasının ardından Mustafa Kemal, Osmanlı hanedanına karşı sistemli bir mücadele içerisine girdi. Çünkü Osmanlı sistemi hanedan merkezli bir sistemdi ve Osmanlı hanedanına karşı verilecek mücadele aynı zamanda Osmanlı sistemine karşı verilmiş olacaktı. Dolayısıyla Mustafa Kemal, askeri bürokrasinin bir mensubu olarak Osmanlı bürokrasisinin daha önceleri cesaret edemediği bir ilki gerçekleştirdi. Padişah değiştirmek yerine sistemi değiştirdi. Bunun için önce Saltanatın kaldırılması fikrini onayladı ve bunu destekledi. Fakat bu durum Osmanlı hanedanının etkinliğini bitirmeye kafi gelmiyordu. Cumhuriyetin ilanının ardından Meclis’in zaten bu fonksiyonu ifa ettiği gerekçesiyle Halifeliğin ilga edilmesi ve yine Meclis kararıyla Osmanlı hanedanının yurt dışına sürülmesi Osmanlı ailesinin saltanatını noktaladı.

Bu bakımdan bürokratik bir darbeyle kurulan Türkiye Cumhuriyeti, bürokrasinin yönetime doğrudan egemen olduğu bir sistem şekillendire gelmiştir. Saltanat sisteminin kaldırılmasıyla oluşan boşluk, Cumhuriyet Halk Partisi ile dolduruldu. Tek parti yönetimi boyunca Cumhuriyet Halk Partisi anlayışı kurumsal bir şekilde ikame edilmeye çalışıldı. Osmanlı tarihi boyunca iktidarı ele geçirme imkanını ilk kez elde eden bürokrasi, Mustafa Kemal’e rağmen, halkın egemenliği ifadelerinin arkasına saklanarak iktidarını tesis etme çabası içerisinde oldu. Sonuç itibariyle halk açısından değişen bir şey olmadı. Osmanlı tarihi boyunca Osmanlı hanedanının yönetiminde olan halk, Cumhuriyetle birlikte tek parti iktidarı anlayışında somutlaşan elit bürokrasinin yönetimi altına girdi. Her iki durumda da halkın egemenliği söz konusu olmadı. Yönetim ve değişim adına her şey yukarıdan aşağıya doğru şekillenmeye devam etti.

Çok partili sisteme geçiş epey sancılı oldu. Halk fırkasının kurulmasının ardından Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ilk ana muhalefet partisi olarak kuruldu. Ve kısa süre içinde aykırı fikirlerin odağı olduğu gerekçesiyle kapatıldı. Daha sonra Cumhuriyet Halk Partisi kendi rakibini çıkarmak istedi. Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu. Ancak aynı gerekçelerle SCF de feshedildi.

Çok partili hayata geçişle birlikte, halk kendi adına kullanılan iradesini kendisi kullanma noktasında etkin olmaya çalıştı. Halkın bu talebi, doğal olarak  Türkiye’de egemenliği sözde halk adına kullanan elit bürokrasi geleneğinin şekillendiği siyasi anlayışı rahatsız etti. Elit bürokrasi rahatsız oldu çünkü, her ne kadar halkın iradesi önemli ise de onlara göre bu iradenin yönetime yansıması hiç de olumlu sonuçlar doğurmayacaktı. Zira onlar halktı. Onun yönlendirmesine ülkeyi bırakmak doğru olmazdı.

Ancak çok partili hayat, seçim esasına dayandığı için, halk farklı bir şekilde politik bir güç oluşturabilir. Bu ihtimal, kapatılan önceki partiler dikkate alındığında kuvvetle muhtemel olduğu için, elit bürokratik anlayışın egemenliğini her fırsatta devam ettirebilecek bir takım hassas noktaların oluşturulması gerekiyordu. Nasıl Osmanlı Devleti’nde sultan olabilmek için tartışılmaz bir şekilde mutlaka Osmanoğulları hanedanından olmak gerekiyor idiyse, aynı şekilde, elit bürokrasi, egemenliğini devam ettirebileceği tartışılmaz alanlar oluşturdu. Anayasanın ilk üç maddesi için, tartışılmaz, değiştirilmez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez denildi. Yani halkın tamamı aksini düşünse bile, iradesi bunları değiştirmeye yetmeyecekti. Bu da halkın iradesinin üstünde, anayasayı şekillendiren bir gücün olduğu anlamına geliyordu. Cumhuriyetle birlikte tesis edilen sistem, halka karşı kendisini böylelikle güvence altına alıyordu.

Elit bürokrasi, Türkiye’de ev sahibi olduğu varsayımını her fırsatta dile getiriyor. Ev sahibinin, evinde misafirine karşı bir takım mahremiyetleri vardır. Ona ‘evinde, kendi evindeymiş gibi davranmasını’ söyler, ama sınırlarını da belirler. Mahrem alanlarına sarkmaya kalkan misafire, ev sahibinin kendisi olduğu ve misafirin sınırlarının bulunduğu mesajını her fırsatta verir. Bunu bazen e-muhtıra bazen y-muhtıra ile yapar.

Menderes dönemiyle başlayan ve AK Partiye kadar uzanan süreç içerisinde elit bürokrasi, egemenliğini zedeleyecek her durumda askeri ve yargı bürokrasisini etkin bir şekilde çalıştırdı.

E-Muhtıra veren askeri bürokrasi, bu muhtıradan beklediği faydayı göremedi. Bürokrasinin etkin bir şekilde istihdamının gerçekleştirildiği Cumhurbaşkanlığı makamının da elit bürokrasi geleneğinden gelmeyen bir Cumhurbaşkanı tarafından doldurulması, elit bürokrasiyi iyice hırçınlaştırdı. Yapılacak bir şey kaldı. Burada ev sahibi benim ve benim kurallarım geçer’ diyerek hukuk bürokrasisini devreye koymak. Tıpkı II. Abdulhamid’e yapıldığı gibi. Şu an bunu yaşıyoruz.

Fakat şunu atlamamak gerekir. Türkiye’de iyi niyetli bürokratlar var ve halkımız, artık kendi menfaatlerini kendisi gözetmek istiyor. Önceleri olduğu gibi, yukarıdan dayatmaları göğüslemek istemiyor. Çünkü ev sahibinin kendisi olduğu anlayışı belleğine iyice yer etmiş durumda. (Çarşamba, 18 Haziran 2008)