Zor dersler şiddete mi yol açıyor?

Okulların açıldığı ilk gün şiddet yeniden karşımıza çıktı. Bu olayları, başlangıçta münferit olaylar olarak değerlendirdik. Belki de, öyle olmasını arzu ettik. Ancak, her gün yeni bir habere tanıklık ettiğimizde anladık ki bunlar, münferit olarak değerlendirilme sınırlarını hayli zorlamış olaylardır. Artık ortada bir gerçek var. Eğitim öğretim yuvalarımızda, farklı boyutlarıyla şiddet mevcut.

Eğitim, doğum öncesi başlayıp mezara kadar devam eden bir süreç. Öğretim de öyle. Ancak eğitimle kalıcı manada bir davranış değişikliği oluşturmak hedeflenirken, öğretimle insanların yeni bilgilerle donatılması hedefleniyor.

Bu şekilde bakıldığında, bugün okullarda meydana gelen olayların doğru bir şekilde tahlilini yapabilmek ve nedenlerini araştırabilmek için eğitim öğretim sürecini başından itibaren hem de eğitimi etkileyebilecek toplumsal kurumlarla bağlantılı bir şekilde incelemek gerekecektir.

Bugün okullarda şiddet içerikli olaylara karışmış olan öğrenciler, çoğunlukla öğrenme süreci kesintiye uğramış başarısız öğrencilerdir. Konusunu hiç anlamadığınız bir konferansı dinlemek zorunda olduğunuzu düşünün. Dakikalar geçmek bilmeyecek ve saatler uzadıkça uzayacaktır. Size bunun her gün olacağını düşünün desem, ‘yeter bu kadar işkence’ diyecek olursunuz. İşte dersleri anlama noktasında ipin ucunu kaçırarak kendisini başarısızlığın kollarına atmış öğrencilerin durumu da bundan pek farklı değil. Bir öğrenci dersi öğrenmek için ayrılmış ders saatinde sınıfta olduğu halde ders dinlemiyor ya da ders dinlemek için sınıfa girmiyorsa, bu boşluğu ders dışı uğraşılarla dolduracak demektir. Bu ise sınıf içindeki ahengin bozulmasını sağlayacaktır.

‘Zor ders’ şartlanması

Neden bazı öğrenciler ders dinlemek yerine ders dışı uğraşılarla ders için ayrılmış vakitleri sabote ederler? Bunun öğrencilerin öğrenim hayatlarının başında yani örgün eğitime dahil olmaya başladıkları zaman arkadaş, aile ve okul çevresinde kabul görmüş şartlanmalara bağlıyorum. Şartlanmalar, kabul edelim ya da etmeyelim, hayatımızı şartlandığımız alanlarla ilgili olarak doğrudan etkiler. Örneğin, örgün öğretim çevresinde itibarı iyi olan ‘itibarlı’ şartlanmalardan biri, Matematik ve Fen Bilgisi gibi bazı derslerin ‘zor’ olduğu olduğudur. Bu ‘zor’ olan dersleri herkes tam anlayamaz ve her öğrenci bu derslerde başarılı olamaz. Kanaat böyle. Temel derslerde başarısız olan öğrencilerin yılsonlarında Şube Öğretmenler Kurulu Kararı ya da öğrenci affıyla geçmeleri, sorununun büyümesini ve ertelenmesini sağlamaktan başka bir işe yaramaz.

Zor dersleri başaramayacağı düşüncesi pekişmiş olan öğrencilerin gidip gelmek mecburiyetinde oldukları okulda hareketlerine bu kez, dikkat çekme ve kendini gösterme dürtüsü yön verir. Her insan bir şekilde görünmek ve bilinmek ister. Bir öğrenci için normal olan, bunu derslerdeki başarısıyla ortaya koymak ister. Ancak bu durumu kaçırdığını düşünen öğrenciler, aynı duyguyu sportif alanlarda etkili olmaya, örneğin, okul basketbol takımının en iyilerinden olmak gibi çabalarla adlarından söz ettirmeye gayret ederler. Bunların hiç birini gerçekleştiremeyenler için en etkili alternatif neredeyse haylazlık, kural tanımazlık ve çeteleşme olarak ortaya çıkar.

Öğrencinin okulda başarılı olma alternatifi yerine diğer alternatiflere yönelmesi kuşkusuz henüz tam anlamıyla bir gelecek kaygısı taşımaması ve hayatını planlayamaması ile de yakından ilgilidir. Ancak bugün öğrencilerimiz çoğunlukla hem geleceklerini planlayabilme imkanından yoksun hem de kendileri için buna imkan tanıyacak kültürel değerlerden kopuk durumdalar.

Öğrencilerin gündelik yaşamayı ve bir o yana bir bu yana savrulmayı bir hayat şekli olarak kabul etmeleri, doğru yaşamaları ve başarılı olmaları için gerekli olan değer yargılarına sahip olmalarını engeller. Kural tanımazlar ve ayakta durabilmek için ne gerekiyorsa onu yapmak için uğraşırlar. İşte şiddet böyle bir süreç içerisinde öğrenilir.

Eğitimciler ve medyanın rolü

Uzmanlar şiddetin öğrenilebilir bir davranış biçimi olduğunu ifade ediyorlar. Kişiliğin gelişme gösterdiği dönemlerde, öğrenciler durumlarına göre kendileri için bazı modeller belirlerler. Baba, ağabey, öğretmen, film artistleri gibi. Kendi aile yapısı içerisinde şiddet unsuruna tanıklık etmiş bir öğrenci, bunu bir yöntem olarak kabul etmiş, öğrenmiş olur. Okul içerisinde de öğretmenlerin, daha çok öğretime ağırlık vererek, çocukların eğitim boyutuna yeterince eğilmemeleri, bunu ihmal etmeleri ve onlara kişilikleriyle örnek olmamaları, öğrencilerde olumsuz davranış biçimlerinin yer etmesine dolaylı olarak zemin hazırlar. Yani eğitimin teğet geçilmesi, öğrenimin doğrudan aksamasını sağlar.

Bütün bunlara bir de medyanın olumsuz etkilerini eklersek, okullarda öğrencilerin birbirleriyle yaşamış oldukları şiddetin taşlarını yerli yerine oturtmuş oluruz. Medya öğrenciyi etkilediği gibi eğitimle ilgili bütün kurumları da etkileyebilecek bir özelliğe sahip. Bugün özellikle televizyon kanalları ilkesiz bir hayat, çarpık ilişkiler, çeteleşme ve şiddet eksenli programlarla, kaygısını taşıdıkları reyting uğruna toplumsal dokuyu zedelemekten neredeyse hiç kaçınmıyorlar.

Okullarda şiddet olayları ile ilgili olarak basına yansıyan haberlerin temel aksamlarından birini, yukarıda sebeplerini anlatmaya çalıştığım, öğrencilerin birbirleriyle yaşadıkları şiddet olayları oluşturuyor. Şiddet olaylarının ikinci ve üçüncü kısımları ise daha farklı. Bunlar öğrencilerin birbirleriyle değil de, öğretmen ve okul idarecileriyle ilgili. Öğretmenin öğrencileri tartakladığı ile ilgili haberleri zaman zaman duyardık. Artık, ‘Öğrenciler, okul müdürünü bıçaklaması’, ‘öğretmenin kurşunlanması’ olayları sıradanlaştı.

Bunlara rağmen sorunlu kabul edilen ya da bir şekilde herhangi bir sorunun parçası olmuş öğrenciler ile konuşulduğunda, bu öğrencilerin esasında hiçbir şekilde iletişime kapalı olmadıkları, birebirde rahat bir şekilde yönlendirilebilecek öğrenciler olduklarını söylemek mümkün. Bu yüzdendir ki sorun ancak toplumsal eğitim ile aşılabilir ve çözümü de o zeminde aranmalıdır.

Sorun, anaokulu ve ilköğretim okullarında temellendirildiğine göre, anaokulu ve ilköğretim okullarından başlamak üzere, eğitim ve öğretim bütünlüğünü devam ettirebilecek, hem bilgisini aktarmada hem de model olmada etkili olabilecek öğretmenlerle bu sorunu önemli ölçüde aşmak mümkündür. Örgün eğitim içerisinde bulunan öğrencilerimiz normal zeka seviyesinde olduklarına göre, kendilerine ‘doğru’ yöntemlerle anlatılmış her bilgiyi öğrenebilecekler demektir. Öğrencilerin anlayabileceği seviyedeki hiçbir ders, ‘zor’ değildir. Başka bir arkadaşı öğrenebiliyorsa, o bilgi, belki biraz fazla çalışmakla her öğrenci tarafından öğrenilebilecek bilgidir.

Bu dönemlerde iyi ve sıkı bir rehberlikle öğrencilerin bir gelecek düzenlemesi yapmaları için de gerekli altyapının oluşturulmaya başlanması sağlanırsa, öğrenciler hem geleceklerini planlamaya başlayacak hem de ilkeli hareket etme yoluna gideceklerdir. Şunu kabul etmek gerekir ki, hayatın ilkesel bir şekilde devam etmesini sağlayacak en önemli insani duygu, inançtır. İnanç, hem ilke oluşturur hem de ilkelerin kuvvetlenmesini sağlar. Sorumluluğumuz sadece kendi çevremizle sınırlı değil. Kendi çevremizin mutlu, huzurlu ve kaliteli olabilmesi için, çevremizle bağlantılı her bölgenin de öyle olması için çalışmak durumundayız. Doğru olanın da bu olduğunu düşünüyorum.

Not: Bu yazı daha 14 Şubat 2007 tarihinde Yenişafak gazetesinde yayımlanmıştır.

https://www.yenisafak.com/amphtml/yerel/zor-dersler-siddete-mi-yol-aciyor-29687

Zor dersler şiddete mi yol açıyor?