Dış dünyamızı bakışımız şekillendirir

“Asude olam dersen eger gelme cihana
Meydana düşen kurtulamaz seng-i kazadan”

Ziya Paşa’nın Terci-i bendinde geçen yukarıdaki meşhur beytini
babam şu şekilde değiştirerek kullanmıştı:

Asûde olam dersen eger, girme günâha
İsyana düşen kurtulamaz derd-u beladan.

Bediüzzaman Said Nursi, 40 yıllık hayatında dört kelime, dört kelam öğrendiğini söyler. Bunlardan biri ‘nazar’dır. Yani bakış açısı. Ve önemi dış dünyayı iç alemin etkisiyle şekillendirmesinden kaynaklanır. Eşya ve olaylar sahip olunan bakış açısıyla yeniden şekillendirilir. İnsanlar, iç dünyaları nasılsa dışlarındaki alemi de o şekilde algılamaya çalışırlar. Kendi hakikatlerinin uzağında, varoluşun künhüne varamamış insanlar, eşyanın hakikatini tespit konusunda yetersiz donanımlara sahip oldukları için kainatı algılama yönüyle ciddi bir eksiklik içerisinde olurlar. Çünkü eşyanın hakikatini tespit noktasında sahip olunması gereken donanım bütünlüğü, var olan eşyayı gören aklı, eşyayı yaratanın ve eşyanın hakikatiyle ilgili bilgiyi yaratıcıdan, onu görene ulaştıran kimsenin varlığını kabul etmekle mümkün olabilir. Aksi takdirde hem eşyanın hakikatini anlama noktasında önemli bir eksiklik içerisinde olunur hem de bu eksiklikle birlikte dizayn edilen dış dünyanın temellendirilmesi noktasında büyük sıkıntılar yaşanır.
Bugün modern hayatın önplana çıkardığı kişiler ve kurumlar arasındaki bütün ilişkiler, eşyanın hakikatini anlama noktasında kayda değer bir eksikliği bünyesinde barındıran bir bakış açısının küreselleşmesiyle oluşmuştur. Bu gözardı edilemeyecek eksiklik, kısa sürede kendisine şarlatanlardan da destek bulmakta gecikmemiştir. Bir dönem evrim düşüncesinin destek görmesinin nedeni budur. Hayata dair teorileri olan birçok insan, bakış açılarındaki eksiklikleri tamamlayabilmek için başka bir eksikliği bulunan bir görüşten destek almak durumunda kalmıştır. Ancak, eksikliklerin bir araya gelmesi hiç bir zaman bir bütünü oluşturmamıştır.
Bugün ekonomik hayattan bireysel yaşantıya kadar her alanda, kainatın güvenilir bir yaratıcı tarafından sevk ve idare edildiği ve eşyanın birbiriyle mükemmel bir ilişki içerisinde olduğu gerçeği göz ardı edilmiş durumdadır. Bunun yerini hayatın ayakta durabilmek için bir mücadele arenası olduğu fikri almıştır. Ve insanlar, eşyanın hakikatinin aksine, birbirleriyle bir mücadele içerisindeler. Kendi dışlarındaki evren, kendileri için hiç de tekin değildir. O alemden emin değildirler çünkü. Alem hep sıkıntı, düşmanlıklar, acı, kin, nefret, merhametsizlik ve cedelleşmenin olduğu bir yerdir. Burada dostluk, yardımlaşma, merhamet ve kardeşlik yoktur. Büyük balık, küçük balığı yutar. Ancak güçlüyseniz haklısınız. Zayıf olanın hayat hakkı yoktur. Öyleyse asude olmak isteyen bu cihana gelmemeli.
Fakat eşyaya ve insana derinlikli ve bütüncül bir bakış açısıyla bakıldığında, çok daha farklı bir dünyanın şekillendiği görülecektir. Her şey Allah’ın emri ve dilemesiyle hareket ediyor. Ve yine her şey kendi içerisinde önemli bir dayanışma halinde. Her şey her şeyin, herkes her kesin yardımına koşuyor. Zayıf olan ezilmiyor. Güçlü olmakla haklı olmak aynı anlamda kullanılmıyor. Her şey, kendi hakikatini gerçekleştirme peşinde. Kendi vazifesini yerine getirmeye çalışıyor. Çünkü böyle bakıldığında her şeyin kendi diliyle Allah’ı tesbih ettiği görülür. Bunu kimi diliyle, kimi haliyle yapıyor. Bireysel hayat bu atmosfer içerisinde bir dayanışma ruhuyla şenleniyor. Ekonomik hayat ise, yeryüzü imkanlarının en geniş ve en bol şekilde herkese çalışmaları oranında dağıtılmasını sağlayacak şekilde dizayn edilmiş. Rakipleri boğmak üzerine değil.