Modern şaşkınlık ve Ramazan

Hep bir koşuşturmaca içinde hayatımız.

Güneş doğar ve koşuşturmacası başlar hayatın. Gece sanki ertesi günün koşuşturmacasına bir hazırlık gibidir, bir dinlenme, bir mola gibi.

Her şey ve herkes bir kovalamaca içinde hızla akıp gidiyor. Sanki ilelebet yaşayacak ve sanki kazık çakacaklarmış gibi dünyaya.

Öyle yoğun bir telaş içinde ki insan, eşyanın çokluğu içinde kayboluveriyor.

Neden var? Niçin yaşıyor? Bu baş döndüren koşuşturmaca nereye kadar? Ne olacak sonunda? Bazen yüreğinde yankılanan ezan, kıldığı namaz bir kapı aralıyor soruların çözümüne. Ama onlar da her gün, sabah servisine yetişmek gibi, öğle yemeği yemek gibi rutinleri arasına giriyorlar hayatın. Yani koşuşturmacanın bir parçası haline, adet haline geliyorlar. Yetişmesi gereken onca iş arasında namazın da elbette kaçırılmaması gerekiyor. Ve sürekli tekrarlanan aynı kısa surelerle iyiden iyiye kısaltılan ve çoğu zaman sabah namazı askıya alınarak dört vakte indirilen namaz bile onları hayatın anlamına çok fazla yaklaştırma noktasında yeterli olmuyor.

Duygular tamamen mekanize olmuş.

İnsan böyle bir kaos içinde adeta şaşkın bir karakter halini alıyor.

Şaşkın ve pervasız.

Kafasındaki sorular, yapması ve yetiştirmesi gerekenler, hızla akıp giden trafik, lambalar, arabalar, kornalar, koşanlar, yürüyenler, mutfak ihtiyaçları, yatırılması gereken faturalar, çocuklar, zoraki gülümsemeler, hoş geldinizler, iyi akşamlar, gürültüler, haberler, stressler, sıkıntılar, Allahu Ekberler, ajanslar, düşk kırıklıkları, cevapsız çağrılar, cep telefonları, tıklım tıklım minibüsler, servisler, vesaireler…

Bu hal ne? Nereye bu gidiş? Ne oluyor?

Afallıyor insan. Şaşkın ve afallıyor…

Bir şok lazım…

Tüm hareketliliğine rağmen durup ne yaptığına bakmasını sağlayacak etkinlikte bir şeyler. Biri dürtmeli omuzuna. Ya da canı yanmalı.

Bir gün gecenin bir vaktinde uyanmak için ayarlıyor saatini. Ramazan başlamış. Sahura kalkıyor ve yemek yiyor. Namaz kılıyor. Güneş her zamanki gibi doğuyor yine. Koşuşturmacası başlıyor hayatın, ama farklı bir şeyler var bu sefer. Ters giden bir şeyler. Öğle vakti gelince bir burukluk çöküyor karnına, açlık hissediyor. Fakat bir şeyler yiyemiyor. Su içmek istiyor, soğuk bir su. İçemiyor. Uzatamıyor elini. İş yerlerinin vazgeçilmezi olan çay seferleri yapılmıyor artık. Ya da teklifi bile olmuyor.

Bir belirgin yönlendirme, hayatın akışını ters yüz ediyor ve kabul görüyor. Yani imsakla birlikte arzulara yasak konulmuş. Yemek yok, içmek yasak… İnsan ters yüz edilmiş hayatla kendine geliyor şöyle…

Oruç, kalın çizgilerin işaret ettiği Rabb’i gösteriyor.

Bir terbiye yöntemi bu. Terbiyeci rutin kurallarda bazen keskin değişiklikler yaparak dikkatleri kendine çeker. Kuraldan haberdar olanlar, kendilerinin kurallara uymakla yükümlü oldukları gerçeğini yeniden fark ederler. Ve kural koyucunun otoritesini.

Rabb, terbiye edendir. Yani hayatın doğru ve yanlışlarını belirleyendir. Kaba sınırları çizen ve onları değiştirendir.

Oruç, insanın  rutin hayatın karmaşası içerisinde, Rabb’in, kendi algı dünyasında silikleşmeye yüz tutmuş sınırlarını yeniden fark etme şansı verir insana. Hem de canı yanmış, bir yerine dürtülmüş bir insanın pür dikkat açılmış gözleriyle. Rabb’i ve O’nun sınırlarını. Sonra kendine döner, bir yandan isteklerini, nefsini bir yandan da Rabb’in sınırlarını yeniden belirginleştirir.

İnsanın kendisini Rabb’in koymuş olduğu sınırlar içerisinde özgür kabul ettiğinin somut bir ifadesidir oruç. Yani kulluğu kabulünün gözle görülen ifadesidir. Yani itaatkârlığın… Hem bedeni ihtiyaç duyduğu hem de şiddetle arzuladığı halde, önündeki birbirinden güzel nimetlere, ezan okunarak yasak sınırı kalkmadan, dokunamıyorsa haddini biliyor demektir.

Ve tabii haddi koyanı. Çünkü en güzel itaat, arzu ve isteklere rağmen olandır.

Oruç, bu yönüyle çok daha güzel…

İnsan olmayı yeniden bir hatırlamadır oruç. Sınırları yeniden çizebilmedir. Her yıl yeni bir silkiniştir. Azgınlaşmaya yüz tutmuş nefsin, yeniden te’dip edilmesidir. Gemlenmesidir. İnsan tabiatı değişmediği için kulluk tarihinin belki de en eski bilinç yöntemlerindendir. Bu haliyle rahmet iklimlerine bir açılmadır. Çünkü sonunda bayram vardır.

Ve sonrasında hayatın baş döndüren koşuşturmacası içinde insan, hayatın renklerini yeniden fark ederek, eşyanın çokluğu içerisinde yok olmak gibi bir tehlikeyle karşı karşıya kalmama şansı yakalamış oluyor.