Aynı sofradakiler aynı lezzeti mi alır?

Yaşamayı insanlar açısından keyifli ve anlamlı hale getiren unsurlar vardır. Bunların başında, insanın varlık gerekçesiyle ilgili sorduğu sorulara kendisini tatmin edebilecek, doğru ve anlamlı  cevaplar bulabilmesi gelir.

Herkesin çocukluk döneminde bu tarz soruları olmuştur. Henüz çocuk yaştan itibaren sorulan bu sorular, insanları yükümlülüğü olan bir hayat algısına yöneltir. Alternatifler sınırlıdır: Ya bir başıboşluğun olmadığını düşünerek Allah’ın yaratıcılığını kabul edilecek ya da bir kendindenlik, nizam ve intizamsızlık üzerine kurgulanacak hayat.

Kâinatın Allah tarafından yaratıldığına inanan insan, yaratılışın bir hikmetinin bulunduğunu, dünya hayatının insan yolculuğunun bir parçası olduğunu ve burada Allah’ın belirlemiş olduğu prensipler doğrultusunda bir yaşam sürmek gerektiğini ve buradaki tutumun mutlaka bir mükafaat veya cezasının olacağını bilir.

Var oluşun kökeninde bir başıboşluğun, bir keşmekeşliğin ve tesadüfün olduğunu düşünenler ise, akıl ve nefislerinin yönlendirmelerine teslim olurlar.

Hayatı Allah’ın yönlendirmeleri doğrultusunda yaşayan insanlar, her gün kendilerinin dışındaki bir güçle bağlılık halinde ve o güç karşısındaki yükümlülüklerini yerine getirmek durumunda olduklarının bilincindedirler. Bu husus bir yandan güçlü bir dayanak noktasına sahip oldukları hissini, bir yandan da yalnız ve bir başına bulunmadıkları duygusunu yaşamalarına neden olur. Kendilerini dayanakları oranında güçlü hissederler.

Allah var olan ve olacak olan her şeyin sahibidir. Mülk O’nundur. Mülkün sahibinin mülkünde tasarrufu ile ilgili hikmeti, kuralları, emir ve yasakları vardır. İbadet, en geniş anlamda bunlara itaattir. İbadetlerin her birinin yapılması gereken belirli zamanlar vardır. Ve bunlar çoğunlukla her gün beş vakit namaz kılmak gibi, rutindir.

Tertiplenen mükellef bir ziyafete katılan davetlilerin hepsinin, birbirinden lezzetli yemeklerden oluşan ziyafetten aynı hazzı aldıklarını düşünmek doğru olur mu? Sofra aynı olmasına, davetliler aynı yemeklerden yemelerine rağmen, her birinin aldığı lezzet ayrı olacaktır. Herkes kendi açlığı ve lezzet alma potansiyeli ölçüsünde farklı algılar hissedecektir. Kimse, ‘Benimle aynı sofrayı paylaşan herkes, sadece benim aldığım tad kadar tad alıyor’ diye düşünmeyecektir.

Allah’a ibadet noktasında da insanlar, aynı ibadeti yapıyor olmalarına rağmen, farklı zevkler alabilirler. Bir camide namaz kılan bütün müslümanların, kıldıkları namazdan, Arafat’ta vakfe duran milyonların tamamlamak üzere oldukları hac ibadetinden aldıkları hazzın aynı olduğunu söylemek de doğru değildir.

Aynı ibadeti yapan müslümanlar arasında, ibadetten haz alma noktasında önemli farklılıklar varsa, bu her bir müslümanın yapılan ibadetlerden haz alma potansiyelini o ölçüde geliştirebilme imkanına sahip olduğunu gösterir. Yapılan ibadetlerde haz yelpazesi ne kadar genişse, sahip olunan potansiyelin geliştirilebilirliği de o ölçüde geniş olacaktır.

Böyle bir potansiyel geliştirme imkânının olması, ibadet ile meşgul olan insanların iç dünyalarında daha önemli mesafeler kat etmeleri çabasına yönelmelerini sağlar. Sürekli bir şekilde yaptığı ibadetlerden daha fazla haz alma çabası içerisinde olan ve bu anlamda başkalarının ibadet sırasındaki tavırlarını gözlemleyen insanların rutin ibadetlerin monotonluğa dönüşmesine imkân tanımayacakları da ayrı bir gerçekliktir.

Yaptığımız her davranıştan aldığımız haz, bizi o davranışları yapmada sürekliliğe götürür. Her zaman aldığımız hazdan daha farklı bir haz aldığımızda ise, yaptığımız ibadetlerde daha etkili olmaya başlarız.

Burada önemli olan, yapılan her işten, insanların kendi potansiyellerine göre bir takım çıkarımlar elde edebileceklerini, dolayısıyla aynı sofradaki insanların birbirlerinden farklı lezzetler hissedebileceklerini bilmektir. Daha önemli olan husus ise, sahip olunan potansiyelin çoğalıp azalabileceğini farketmektir.

Biz de kıldığımız, namazdan, tuttuğumuz oruçtan, verdiğimiz zekattan, Arafat’ta vakfe durmaktan, ses tonumuzu doğru ayarlamaktan, yetim ve öksüze sahip çıkmaktan, ana-babaya itaatten, Allah’ı zikretmekten ve diğer bütün ibadetlerden aldığımız hazzı mutlaka artırabiliriz.

Her ibadet, ayrı bir ziyafettir. Namaz, daveti ezanla yapılan bir ziyafettir. Tüm davetliler bu ziyafetten kendi kabiliyetleri nisbetinde istifade ederler.

Bu konudaki gayretimiz, ruhen olgunlaşmamızı ve iç dünyamız itibariyle daha nahif, daha ince bir hale gelmemizi sağlar.

Hayatımız sürekli bir dinamizm kazanır. Yaptığımız her şey daha anlamlı bir hüviyete bürünür.

Dünya hayatımız sona erdiğinde, Allah’a inananlar için elbette Cennet vardır. Ancak oraya gidecekler de tıpkı aynı sofraya oturmuş insanların yedikleri yemeklerden farklı lezzetler aldıkları gibi, oradan kendi potansiyelleri miktarınca lezzet alacaklardır.

Mekan aynı. Fakat herkesin cenneti kendi potansiyelinin sınırları kadar olacaktır.

Öyleyse, lezzet skalamızı geliştirme çabamız, gelecekte de bize büyük faydalar sağlayacaktır.