Modern hayatın hızla tükettiği insan

Dış dünyanın insanların düşünce yapısı üzerinde bir etkiye sahip olduğu bilinen gerçektir. Yaşanılan kentin fiziki yapısı ve mimari tarzından insanların giyim kuşamına kadar her şey, insanların düşünce ve zevklerini etkiliyor. Nasıl ki, İslam öncesi Arap toplumunda yaşayan bedevilerin hayal dünyasına, hayatlarının önemli bir parçasını oluşturan uçsuz bucaksız çöller bir zenginlik katmıştı, aynı şekilde bugün yaşadığımız coğrafyanın birbirinin taklidi görüntüsü içindeki yek-diğerinden farksız mimari tarzı ya da tüm dünyaya yayılmış tektipleştirme çabası içindeki kılık kıyafet formu, insanların düşünce ve zevklerini aynileştirmekle kalmamış aynı zamanda inanılmaz bir şekilde bayağılaştırmıştır.

Modern hayat insanların hayat algılarını onların önceliklerini değiştirerek bozmuş durumda. İnsanlar gündelik yaşantılarında öylesine yoğun bir koşuşturmaca içerisinde buluyorlar ki kendilerini, çoğunlukla içkin/deruni yapılarında bir tekamül imkanı bile sunmayan bu koşuşturmaca esnasında kendilerine, ne zamanın yettiğinden ne de kendilerine ayıracak vakitleri olduğundan şikayet ediyorlar. Her şey çok hızlı akıyor. Çok hızlı tüketiliyor zaman. Belki en çok ve en hızlı tüketilen şeydir zaman. Çok ve hızlı tüketilen her şey gibi zaman da paha biçilmezliğini kaybediyor ve bayağılaşıyor böylelikle. Bu esnada insanlar da aslında zaman gibi kendilerini tüketerek bayağılaşmaktan kurtulamıyorlar.

Hayata ve güne dair güzel olabilecek ne varsa kaybedilmiş tüketilmiş gibi. ‘Eşref saatleri’ olurdu insanların, en ferah zamanlarında olurlardı o saatlerde. Şimdi bir yorgunluk kahvesi bile içecek dinçlikte hissetmiyorlar kendilerini. Sadece eşref saatlerini mi kaybettiler? Değil elbette. Aynı zamanda zamandaki aşkınlığı da kaybettiler. Zaman algılarındaki elit anlayışı muhafaza edemediler. Vakti, ‘sabah-ı şerifler, akşam-ı şerifler hayr olsun’ diye şeref ve hayırla yad edilmekten çıkarıp ‘günaydın’, ‘tünaydın’, ‘iyi akşamlar’ seviyesine düşürdü modern hayat. Ve insanlar bunu kanıksadılar. Önce vakte ait şerefi ardından vakti şeref ve hayırla yad etmeyi unuttular. Bunlar unutulunca ya da kaybedilince bu durum beraberinde muayyen vakitlerde giyilen ve tam anlamıyla bir zerafet ifadesi olan giyim kuşama da yansıdı. İnsanlar vakte verdikleri değeri giyim kuşamları ve sözleriyle somutlaştırıyorlardı. Çünkü eşref  saatlerinde olmasalar bile vakti şerefli biliyor ve de kendilerini önemsiyorlardı. Bunu ifade ederken, sabah kıyafeti, iş kıyafeti, öğle yemeği için ayrı bir kıyafet, ikindi çayı için ayrı bir kıyafet, misafir ağırlama için ayrı bir kıyafet, kabul kıyafeti, gece kıyafeti, yatak kıyafeti gibi bir durumdan bahsetmiyorum. Ama damak lezzetinin ‘fast food’a indirgendiği ve bunun kabul gördüğü bir toplumda, hem de dünya genelinde olacak şekilde kıyafette de, giyimde de bir zevk, bir tarz ve bir estetikten kaçış anlamına gelen ‘kot’ kullanımının yaygınlaştığından bahsediyorum. Artık insanlar sabah kalktıklarında ütüleme, kolalama kaygısı taşımadan dün çıkarıp bir kenara öylesine koydukları pantolonu giyip dışarıya çıkabiliyorlar. Kıyafet uyumu noktasında herhangi bir kaygıları kalmıyor ve kot içerisinde diledikleri zaman diledikleri gibi davranabiliyorlar. Yani hızlı tüketilen zamana ayak uydurabilmenin vazgeçilmez figürlerinden biri ayakta atıştırılabilecek fast food ise, bir diğeri giyim kuşama gösterilecek itinanın ortadan kalmasına neden olan ‘kot’ tarzıdır.

İşe yetişebilmek için kahvaltıyı hazırlıkları arasında yapan, gömleğinin düğmelerini iliklerken çayını yudumlayan, öyle yemeklerini ayakta bir şeyler atıştırarak geçiren, giyim kuşamında genelde ütü kaygısı taşımayan, akşam eve geldiğinde yorgun argın koltuğuna oturup, kendisini yönlendirecek ya da bunları pekiştirecek veya yeni biçimler enjekte edecek televizyonun karşısına geçerek bir müddet sonra uyuklamaya başlayan insana aslında hiçbir şey, yaptığı her şeyin tamamen kendisi için yani her şeyin merkezinde olan kendisi için olduğu düşüncesini anlatamaz.

‘Kot’ masum bir giyim kuşam tarzı değildir. Bunu böyle algılamamak da gerekir. Bu bir kültürdür. Fast food ile mutfak kültürümüz ve damak zevkimiz nasıl sıradanlaştırılıyorsa, ‘kot’ giyimi ile de giyim kuşamdaki zarafetimiz aynı şekilde bayağılaştırılıyor. Artık Cuma günleri, kandil geceleri, bayram sabahları, özel günler bizim kendimize gösterdiğimiz özen dolayısıyla sahip oldukları farklılıklardan bile mahrumlar.

İnsan sahip olduklarıyla, beğenileriyle, zevkleriyle, değer yargılarıyla kendisidir.  Bunlara her perdeden sahip olabilir insan. Yani alelade zevk sahibi ya da basit bir şeyi beğenmiş olan kişi de bu duygulara sahiptir. Ancak bahsetmeye çalıştığım bu değil. Her konuda sıradanlıktan uzak, asil ve bayağılaşmaktan kurtulmuş bir zevk ve beğeni armonisine sahip olunmasından; başka bir ifadeyle sıradan bir varlığı süsleyecek zevk ve beğenilerin aksine, sıra dışı ve varlıkların en şereflisi/eşref-i mahlûkat olan insanı süsleyecek zevk ve beğenilerden bahsediyorum. İnsanlar varlıkların en şereflisi oldukları gerçeğinin içeriğini doldurarak kendilerine yakışır bir zevk ve beğeni tonu belirlerler. Yani insanı varlıkların en şereflisi kılacak olan sahip olduğu beğeni, zevk ve değer yargılarındaki asalettir. ‘Şeref’ ve ‘bayağılık’ın aksine ‘şeref’ ve ‘asalet’ birbirini daha çok tamamlıyor gibi.