Tarihi doğru okuyabilmek

Nedense kendimizi de bir şekilde ilgilendiren pek çok olaya yaklaşırken, kendimizi olayların dışında tutmak gibi bir yaklaşım tarzı içine gireriz. Bu durum olaylara doğru yaklaşıldığı takdirde bile, kendi adımıza çözüme yönelik somut adımların atılması olanağını ortadan kaldırır ve afaki düşünülmesini sağlar.

İnsan kendisini ve kendisinin de içinde bulunduğu toplumsal yapıyı tanıması için doğru bir tarihsel perspektife sahip olmak durumundadır. Çünkü tarihsel perspektif kuşatıcı bir özellik arz etmek zorundadır. Binaenaleyh doğru bir tarihsel perspektif ancak eşya ile, insan ile ve Allah ile olan ilişkilerin doğru oluşturulmasıyla mümkün olabilir.

Buradan hareketle şunu rahatlıkla ifade edebiliriz: Kendilerini tanıma ve keşfetmek noktasında eksik kalmış yani bireysel tarihlerinin farkına varamamış ve kendilerini geçmişlerinde bulabilme düşüncesine ulaşamamış insanların, geçmişte yaşamış insan topluluklarının birbirleriyle olan ilişkilerini ve meydana getirmiş oldukları siyasi ve kültürel oluşumları öğrenmiş olmaları, zihinlerinde gereksiz yere yer işgal eden bilgiler edinmelerinden başka bir anlam ifade etmeyecektir.

Tarih, evimizin yolu üzerindeki bir çukura evimize her gidiş ve gelişte tekrar tekrar düşmekten bizi alıkor. Ancak bunu sağlayabilmek için çukurun evimizin güzergâhı üzerinde bulunduğu ve çukura düşme olasılığımızın yadsınamayacak nispette olduğu gerçeğine karşı açık olmamız gerekmektedir.

Herhangi bir husustan bir şekilde istifade edebilmek için, doğru bir bakış açısına, bunun için de sağlıklı bir mantıksal örüntüye sahip olmak gerekmektedir.

Tarih, kutsal yani sorgulanamaz, yanlışlanamaz, eleştirilemez ve erişilemez bir fenomen değildir. Çünkü tarihin öznesi insandır ve insan hata yapabilirlik özelliğine sahiptir. Öznenin bu özelliği tarihte yapılmış birçok hatanın var olduğu anlamına gelir. Binaenaleyh yanlışı içeren hiçbir şeyde yanlışlanamazlık ya da eleştirilemezlik yapılamaz. Aynı şekilde, tarihe yön vermiş şahsiyetler de kendilerine kudsiyet atfedilerek zikredilemezler. Şayet tarih ve ona yön verenler kutsal kabul edilecek olursa bu, kudsiyet atfeden insanlar için tarih ve tarihsel kişiliklerin artık bir şekilde onların faydalanma alanının dışına çıktıkları manasını ifade eder. Zira insan zihni, bir şeyi eşyanın bütünlüğü içerisinde olması gereken doğal yapısal özelliklerinin dışına çıkarırsa artık onu normal anlam platformuna çekemez ve istifade yönüyle ondan mahrum kalır. Dolayısıyla milli tarih, kahramanlar ve şahsi tarih hiçbir zaman salt güzellik veya çirkinlik yönüyle etüd edilmemelidir. Çünkü bunları sadece güzel olan yönüyle değerlendirmeye çalışmak, yanlışlıkları; salt çirkin olan yönüyle değerlendirmeye çalışma da güzellikleri yadsımaya götürür. Bu durumda bunlardan herhangi birini tamamen güzel gören ile tamamen çirkin gören arasında hiçbir farklılık söz konusu olamaz.

Tarih kutsal değil, ama önemsiz de değildir. Tarihi geçmişte yaşayan insan topluluklarının birbirleriyle olan ilişkilerini inceleyen bilim dalı olarak kabul etmek, onunla ilgili bilgi edinme durumunda, bilinmemesi halinde çok şey kaybedilmeyecek, objektivitesi tartışılır bilgi yığını ile zihni doldurmak şeklinde bir algılamaya götürebilir. Çünkü bu tanımlama tarih ilminin salt bir durum tespit unsuru olarak telakki edildiğini ifade etmektedir. Oysa tarih, insana nasihat edici bir hüviyete büründürüldüğü zaman, birey-insan için bir anlam zeminine taşınmış olur.

Tarih, esasında ilkeler ve değer yargısı örüntüleriyle irdelenmesi gereken bir fenomen olarak kabul edilmeli, doğru ya da yanlış saptanmalı ve doğru ya da yanlışı ortaya çıkaran nedenler ile doğru ya da yanlışın sebep olduğu unsurlar ortaya konulmalıdır. Şayet tarih normatif değer yargılarından yalıtılmış bir bakış açısıyla irdeleniyor veya tek değer yargısı olayların sadece durum tespitinin yapılması şeklinde ortaya konuluyorsa, ki aslında bu mümkün değildir, tarihin kendindeki değer inkar ediliyor ve tarih çok boyutlu bir fenomen olmaktan çıkarılıp, mekanik tek bir boyuta indirgeniyordur.

Tarihin önemsenmesi, doğrudan tarihte doğru ya da yanlış olarak değerlendirilen olayların oluşumunu sağlayan veya bu olayların neden olduğu unsurların önemsenmesi anlamına gelmektedir. Bu husus tarihin birey-insan için bakılıp ibret alınabilecek bir tecrübeler yumağı haline gelmesini sağlar. Tıpkı birey-insanın kendi bireysel tarihi sorgulaması gibi.

Şayet birey-insan, bireysel tarihini kendi değer yargılarından bağımsız bir şekilde sorgulama yoluna gider örneğin, ‘falan tarihte hırsızlık yapmış, şu kadar mala sahip olmuş’ ya da ‘filan yerde yalan söylediğim için şu kadar zarardan kurtulmuştum’ derse, kendi bireysel tarihi içerisinde, kişiliğini oluşturma sürecinde, kişiliğinde yanlışların yer alması aleyhine bir kırılma noktası oluşturamayacak demektir.

O halde tarihsel perspektifimiz ve eşyaya bakışımız tamamen bizi yansıtacak bir nitelik arz etmeli ve sahip olduğumuz değer yargılarıyla beslenmelidir.