Haklı olmak ya da Huzurlu Olmak

Her insanın hayatında, süreci tamamlanmamış olaylar vardır. Eksik olan her şeyde olduğu gibi, bu natamam olaylar da bir huzursuzluk hissi oluşturur insanda. Birine verilen ama henüz alınamayan borç para, bir alacağın henüz tahsil edilememiş olması, yıllar öncesine ait bir hata, çok zaman önce yapılmış bir hakaret, söylenmiş ağır bir söz ya da geçmişte bir sebepten dolayı beklentilerin gerçekleştirilememesi. Bütün bunlar süreci tamamlanamamış olaylar. Gerçek olabilecekleri gibi, bir yanlış algıdan ibaret de olabilirler.

Devlet dairelerinde her taleple ilgili bir dosya açılır ve dosya kapanıncaya kadar onunla ilgili işlemler devam eder. Hiçbir şey yapılmasa bile rutin takipler sürer. Ancak nihai durum belirlendikten sonra dosya kapatılır ve arşive kaldırılır.

İnsanların hayatı da bu tarz dosyalardan ibarettir. Gündelik hayatta her yeni durumla ilgili yeni bir dosya açılır. Verilen söz, istenen yardım, birilerine yapılan iyilik, hak ve hukukun gözetilmesi adına atılan bir adım, insan ilişkileri, insanın kendisine ve başkasına karşı yükümlülükleri gibi gündelik hayat içerisinde yaşanan her şey bir dosya konusu olabilir. Bir söz veya eylemle açılan her dosya doğal sürecin tamamlanmasının ardından kapatılır.

Örneğin borç para isteyen birinin bu talebiyle bir dosya açılır. Borç para verilirse süreç belirlenen iade tarihine kadar devam eder. O tarihte borç iadesi gerçekleşirse, dosya kapanır. Gerçekleşmezse, süreç henüz tamamlanmadığı için dosya kapanmaz. Borç para talebinde bulunan kişiye borç verilmezse, dosya, borç isteyen açısından, kendisine yardım edilmediği gerekçesiyle devam ettirilebilir. Kendisinden borç para talep edilen kimse açısından ise, bir takım haklı gerekçeler ileri sürülerek kapatılabilir. Ama dosyanın tek taraflı olarak kapatılması, çoğu zaman iki taraf için de her şeyin dosya açılmadan önceki haline dönmeyeceğinin bir işareti sayılabilir.

Aynı durum insan ilişkileri için de geçerlidir. Geçmişte kendisine ağır sözler söylenmiş ve hak etmediği şekilde yanlış davranışlara muhatap olmuş birini düşünün. Bu durumun gerçekleşmesiyle birlikte hem tahkir eden hem de hakarete uğrayanın zihninde birer dosya açılır. Tahkir edildiğini düşünen ‘Bana hakaret edildi, bunu hak etmedim’ dosyasını açar zihninde. Hakaret eden ise, ‘bunu hak etmişti zaten’ dosyasını. Süreç ve algılar iyi yönetilirse, herhangi bir kırgınlık oluşmaz ve dosya kapanır. İyi yönetilemez ise açık kalır.

Kapatılmayan her dosya, rutin olarak takip edilir. Rutin takip edilen her dosya negatif bir iş yükü oluşturur zihinde. İnsanlar zaman zaman dönüp dosyalara bakarlar. Dosyaya her dönüş, aslında olaya dönüştür. Olayın sıcak ve taze tutulması, sıkıntının her defasında yeniden yaşanmasıdır. Bu durum dosya açık olduğu müddetçe devam eder. Zaman aşımı, kapatılmadıkları sürece bu dosyaların düşmesine imkan tanımaz.

Dosyaların kapatılmaması hem zihindeki yükün ağırlaşmasına hem de sorun yaşanan kişilerle ilgili oluşan yanlış algıların pekişmesine neden olur. Bu durum ise, algıların doğru bir şekilde yönetilememesi dolayısıyla insanların karşısındakileri özellik özellik değerlendirmek yerine bir bütün olarak değerlendirmeye götürür. Yani iki yanlışa birçok meziyet kurban edilir.

Mesela, 10 yıllık eşi Sabri beyle sorun yaşayan Ayşe hanımın, evlilik hayatı boyunca eşiyle ilgili açtığı ve hala kapatmadığı onlarca dosyanın olduğunu kabul edelim. ‘Sen beni sevmiyorsun’, ‘bana kıymet vermiyorsun’, ‘benim sözüme kıymet vermiyorsun’, ‘düğünümüzde de istediğim gelinliğe müsaade etmemiştin’ dosyaları bunlardan bazıları olsun.

İşte bu Ayşe hanım, bir gün Sabri beyi arayarak, balık pişirmeyi planladığını ve akşam eve gelirken mutlaka ekmek ve helva getirmesini söylemiş.

Sabri bey, akşam eve geldiğinde, kendisini kapıda karşılayan Ayşe hanım, gözlerini doğruca Sabri beyin elindeki poşete çevirmiş. Ekmek tamam ama helva yokmuş.

Eğer Sabri bey, hem ekmeği hem de helvayı almış olsaydı, Ayşe hanım dosyayı kapatacaktı. İsteği de hayatın içinden, sıradan bir istek olarak kalacaktı.

Ancak Sabri bey ekmeği almış, helvayı almayı ihmal etmiş. Ayşe hanım öyle zannetmese de bu ihmalde herhangi bir kasıt olmamasına rağmen, Sabri beyin elinde sadece ekmek poşetini görünce, Ayşe hanımın gözleri fal taşı gibi açılmış. Ve başlamış zihnindeki açık dosyalara atıfta bulunmaya: Neden helva almadın? Ben söyledim diye değil mi? Zaten benim sözüme hiç kıymet vermedin, çünkü bana hiç kıymet vermiyorsun. Çünkü beni sevmiyorsun. Beni hiçbir zaman sevmedin. Düğünümde bile senin dediğin oldu. Benim isteklerimin hiç esamesi okunmadı. Çocuğun adını bile sen koydun. Başka adamlar, nasıl da dinliyorlar eşlerinin sözünü. Vah kaderim. Kimler istemedi ki beni.

Hadi bakalım!… Bir helvanın unutulması, zihinde açık dosyalar varken, nerelere kadar götürülebiliyor.

Oysa açılan dosya, ekmek ve helvanın alınmasıyla ilgili bir talep dosyasıydı sadece. Ve bunun hiçbir şekilde, kendisini kimlerin istediği ile herhangi bir ilgili olamazdı. Ancak önceki dosyalar kapatılmış olsaydı, helvanın alınmamış olması muhtemelen bir krize dönüştürülmeyecek ve belki de dosyanın kapanmasını sağlayacak farklı alternatifler devreye konulacaktı. Bir helva siparişinin verilmesi, en yakın marketten helva alınması, helvanın bir başka zamana da kalabileceğinin ifade edilmesi veya balık sonrası tamamlayıcı bir tad olduğu için, dışarıda bir yerde ailece sıcak helva yeme ihtimalinin konuşulması gibi.

İnsan, kendisini diğer canlılardan farklı kılan akıl nimeti sayesinde, geçmişle de gelecekle de ilgilidir. Geçmişle ilgilidir çünkü geçmişteki yaşantı, bilgi, tecrübe ve deneyim dosyaları hafızasındadır. Gelecekle ilgilidir çünkü planları, öngörü ve hedefleri vardır. Ve bunlarla alakalı dosyaları geçmişteki yaşantısından, bilgi, tecrübe ve deneyimlerinden destekle oluşturur.

İnsan hafızası geçmişte yaşadığı ve öğrendiği her şeyin birebir hatırlanmasına imkan vermez. Çünkü hafıza-yı beşer nisyanla malûldür. İnsan zihni, ilgisiz kaldığı, önemsemediği ve kıymet vermediği bilgileri unutmaya; önemsediği, değer verdiği ve belirli aralıklarla yeniden gözden geçirdiği bilgileri zihinde canlı tutmaya meyillidir. Unutulan bilgiler, daha çok bir şekilde kapatılmış dosyalara ait bilgilerdir.

Kapatılmayan dosyalar, sorunlu dosyalardır. Bu durum kapatılmayan dosyaların sayısı kadar, kişinin zihninde sorunlu alanların bulunduğunu gösterir. Açık dosyalar için, küçük büyük, önemli önemsiz ayrımı, kayda değer bir ayırım değildir. Çünkü o dosyaların kapatılamayacak kadar önemli oldukları, açık tutularak kabul edilmiştir. Bu dosyalar açık oldukları müddetçe, zihin onlarla meşgul olacak ve çoğu zaman, kişinin dosyaların kapatılmaması yönündeki tavrını haklı gösterecek bir destek arayışı içine girmesini sağlayacaktır. Kapatılmayan dosyalar, ne kadar eskiye dayanırsa, kişi geçmişiyle o oranda beraber yaşamaya başlar. Geçmişte yaşanmış olayların şimdiki zamana taşınması ve sorunların köklü bir yapıya büründürülmesi kuşkusuz huzur kaçırıcı olmaktan öte bir imkan sunmayacaktır.

20 yıl öncesinde uğranılan bir haksızlık, göreve başlandığının ikinci haftasında yönetici tarafından tahkir edilmek, evliliğin ilk yıldönümünü hatırlamayan eşinin kendisini sevmediğini düşünmek, annenin diğer kardeşlerin çocuklarına daha çok ilgi gösterdiğini varsayarak, kendisini daha az sevdiğine inanmak, verilen borcun üzerinden yıllar geçmesine rağmen, henüz alacağını tahsil edememek, ayrılmak zorunda kalınan iş yeri sahibinden, tüm girişimlere rağmen üç aylık maaşı alamamak, kayınvalidenin çocuğunun küçücük davranışından ötürü onu azarlamasını, kendisine bir gönderme olarak algılamak bunlara örnek olarak gösterilebilir.

Haklı olmak ya da olmamak bu noktada mutsuz olmaya engel değildir.

Çünkü çözüme kavuşturulmayan her dosya, bir yük, bir ağırlıktır. Sorunlu her dosya, geçmişten beslenen olumsuz bir yaklaşımın kişinin bakış açısı üzerinde etkin olmasını sağlayacaktır. Bu da hayatın çekilmez hale getirilmesi demektir.

Burada atlanmaması gereken noktalardan biri de, kapatılmayan dosyaların, doğrudan kişinin şahsıyla, benliğiyle ya da egosuyla ilgili olduğudur. Hepsinin ortak paydasında, ‘benlik’ duygusu vardır. ‘Bana hakaret edildi’, ‘eşim beni değerli bulmuyor’, ‘benim sözlerim önemsenmiyor’, ‘benim çocuğum sevilmiyor’, ‘ben sevilmiyorum’, ‘bana ağır sözler söylendi’, ‘gururum rencide edildi’, ‘benim paramı iade etmedi’, ‘beni ciddiye almadı’.

Hepsinde ortak payda ‘ben’.

Benlik duygusu önemsenmesi gereken bir duygudur. Çünkü insanlar en fazla, kendilerinin dikkate alınmamasından rahatsız olurlar. Adam yerine konulmamak, insan onurunu en çok rencide eden davranış biçimlerinden biridir. Bu bakımdan insanların bir kısmı, böylesi dosyaları hep açık tutarlar. Kendi benliklerine, hiç değilse kendileri değer verdiklerini göstermek adına yaparlar bunu. Ancak ortaya çıkan sonuç, haklı bile olsalar onlara mutluluk getirmekten uzaktır. Çünkü sürekli hassas durumdalar ve zihinlerindeki her olumsuzluk onlara zihni bir ağırlığın yanı sıra bir hoşnutsuzluk ve savunma refleksi içinde bulunma hali dikte eder.

Bu durum, zihninde açık dosyaları bulunanlar kadar birlikte oldukları kişileri de olumsuz etkiler. Onlar mutsuz oldukları gibi, çevresinde bulunanların da mutsuz olmalarına neden olurlar.

Şimdi bütün bunlardan kurtulmak mümkün mü?

Elbette mümkün. Üstelik benlik duygusunu rencide etmeyecek bir tarz-ı davranışla mümkün.

Bunun için yapılması gereken ilk iş, kuşkusuz dosyaları kapatmaktır.

Ancak dosyaları kapatmak, söylendiği kadar kolay mıdır?

Kesinlikle evet.

O halde neden insanlar, böylesine kolay bir davranışı sergilemek yerine zihinlerini negatif bir ağırlığın olumsuzluğuna bırakıyorlar?

Kendilerini haklı gördükleri için belki de. Çoğu insan bir durumla ilgili önüne iki seçenek koyar: Haklı ya da haksız olmak. Ve tercihini her zaman için haklı olmaktan yana kullanır. Onlar için önemli olan haklı olmaktır. Neticede sorun yaşasa bile, kendi tercihini doğru gerçekleştirmesi önemlidir. Onlar, haklı oldukları için dosyaları açık tutmaya devam ederler. Çünkü haklıdırlar. Bunun ötesi yok. Hem daha ne olsun ki. Haklı olmasalar haksız olacaklardı. Haklı olduklarını düşündükleri müddetçe de, kendilerine yapacak bir şey bırakmamış olurlar. Böylelikle haklı olmanın huzurunu ve fakat sorun yaşamanın da huzursuzluğu devam eder.

Bu bakımdan çözüme, insanların önlerine koydukları seçenekleri değiştirmelerine yardımcı olmakla başlanılabilir:

Artık bir durumla ilgili olarak haklı ya da haksız olmak seçenekleri yerine, ‘haklı olmak’ ya da ‘huzurlu olmak’ seçenekleri önerilebilir.

İkisi arasındaki fark şudur:

Bir konuda haklı olduğu düşünen kişi, önüne haklı ya da haksız olmak seçeneklerini koyarsa, ya haksız olana meydan okuyacak ya da ‘haklı olan benim, daha ne yapabilirim ki!’ diyerek sorunun aşılması noktasında kendisine yapacak bir şey kalmadığını varsayacaktır. Ancak haklı olduğunu düşünen kişi, önüne ‘haklı olmak’ ya da ‘huzurlu olmak’ seçeneklerini koyarsa, kendisini haklı gördüğü için, aynı zamanda huzurlu olma hakkının da bulunduğunu düşünecektir. Huzurlu olma hakkı, yaşanan sorunla ilgili öncekinden farklı olarak kendisinin bir çaba içerisinde olması gerektiğini ortaya koyacaktır.

Bu çabanın gerçekleşmesini ve dosyaların kapatılmasını sağlayacak temel davranış ise, ikinci adımdır.

Yani affetmektir.

Hepsini affetmek.

Her şeyi affetmek.

Affetmek, haklı olduğunu kabul etmek ve huzurlu olmak için bir adım atmaktır.

Yıllardır aldığı borcu ödemeyen kuzenimi affettim. Onun artık bana borcu yok.

Beş yıl önce ayrıldığım işyerinden alamadığım üç aylık maaşımı, bağışladım. Artık oradan bir alacağım kalmadı.

Oh be! Kafam ne kadar da rahatladı.

Bana hakaret eden, yöneticiyi affettim. Oysa ne kadar da dert etmiştim.

Eşimi affettim. Evliliklerde tartışmalar değil, affetmemek mutsuzluğa sebeptir.

Annemi yanlış anlamış olabilirim. Kaldı ki, o küçük bir yanlış yapsa da, annedir, ona gönül koymak benim haddim değil. Ondan mutlaka af dilemeliyim.

Babam, evliliğime karşı çıkmıştı. Benim duygularımı dikkate almadığını düşünüyordum. Ancak şimdi bunu tamamen benim mutluluğum için yaptığına inanıyorum.

Affetmek, her şeyden önce zihindeki ağır yüklerden kurtulmaktır. Bir rahatlamadır. Geçmişte yaşamaktan kurtularak bugünün keyfini çıkarabilmektir. İnsani ilişkileri güncelleyebilmektir. Diyaloglara yeni ve doğru şekiller kazandırabilmektir. Başkalarının hataları dolayısıyla örtülmeye çalışılan güzel davranışlarını görebilmektir. İnsanlarda saygı duyulabilecek özellikleri keşfedebilmektir. Bir terzi gibi, her defasında insanların ölçüsünü yeniden alabilmektir.

Affetmek, özgür olmak ve kendine güvenebilmektir.

Bazı insanlar, inandıkları değerler silsilesine yapılanları ayrı tutmuş ancak şahıslarına yapılan yanlışları affetmişlerdir. Bu yüzden hem kendileriyle barışık olmuş hem de huzurlu yaşamanın kıstaslarını çevrelerinde bulunanlara öğretmişlerdir.

Affetmek, güzel ahlakın yüksek tepelerini süsleyen bir haslettir.

Büyüklük biraz da onunla ilgili olsa gerek.