Özürlü Kavramlar ve Defolu İnsanlar

Gündelik hayatta yüzlerce kavramla karşılaşıyoruz. Her kavram hayata dair bir bakışın adı. Aynı zamanda kendini oluşturan anlayışı temel ilkeleri yönüyle bünyesinde barındırıyor. Çünkü kavramlar birer alettir ve tüm aletler gibi kendilerini oluşturan zihniyetten bağımsız değerlendirilemezler. Bu bakımdan insanların kullandıkları kavramlarla iç dünyaları arasında etkili bir bağın olduğu kabul edilir. Kavramlarla iç dünyanın temel ilkeler yönüyle örtüşmesi, iç dünya lehine bir huzuru beraberinde getirir. Bu iç huzurunun doğru bir şekilde tesis edilebilmesi için de bütün dünya görüşleri/disiplinler kendilerini kendi oluşturdukları terminolojiyle ifade etme yoluna gitmişlerdir. Yani her inanç sistemi kendi kavramlarını kendi oluşturmuştur.

Ancak bugün yoğun bir kavram anarşizmiyle karşı karşıyayız. Rüştünü ispatlamamış onlarca kavram müsveddesi ortalıkta dolaşıyor ve zamanla kendiliğinden tasfiye oluyorlar. Çünkü insanlar, kendi inanç sistemleriyle uyuşmayan kavramları kullanmaktan rahatsızlık duyuyor ve kendi dünyalarında bir yere tekabül etmeyen kavramları kullanmaktan imtina ediyorlar. Öte yandan insanların iç dünyalarına egemen kıldıkları dünya görüşü/disiplinler ile pratik hayatta önlerine çıkan durumlar karşısındaki tavırlarını birbirinden bağımsız olacak şeklinde düşünmek büyük bir yanlışlığa düşmek olur. Din ya da kültür, bir yaşama ve düşünme biçimi anlamında, ikisinin birlikte değerlendirilmesi olarak şekillenmekte ve böyle kabul görmektedir.

Beden ve zihin engelli insanlar için toplum tarafından kullanılan ‘özürlü’ ifadesi yukarıda belirttiğimiz vasıflara uyan ve zamanla kendiliğinden tasfiye olacak kavramlardan biri.

Biz ‘özürlü’ dedik onlara. Sağır, âmâ, deli demek yerine ‘özürlü’ demeyi tercih ettik. Daha naif, hatta biraz da acıma ve şefkat duygularını içinde barındıran bir ifade olarak kabul ettiğimiz için böyle dedik.

Ama onları özürlü olarak görmeyi sürdürdük. Görme özürlü dedik âmâ olanlara. Ancak durumu tespit noktasında onlardaki görme engeliyle kıyaslandığında bizdeki ‘körlük’ hiç de yabana atılır gibi değildi. Onlar görme engellendiler ama basiretleri açıktı, biz ise, basireti kapalı ‘kör’dük. Onlar yürüme engelliydiler ama varlığı anlayabilme noktasında bizden fersah fersah ilerideydiler çünkü biz bu noktada ‘sakat’tık.

‘Özürlü (insan)’ ifadesi, insanın kendisini, hayatı ve Allah’ı anlaması yönüyle hiç de doğru şekillendirilmiş bir ifade değil. Bende normalinden daha ucuza satılan ürünlerin defosunu çağrıştırıyor.

Özürlü insan, yani defolu insan.

Defolu malzeme imalattan özrü olan malzemedir. Üretim sırasında üründe meydana gelen özürler defoyu oluşturur. Ürün kendi kendisini imal etmediği için de üründeki defo/özür, ürüne değil doğrudan onu imal eden mekanizmaya ait kabul edilir. Üründeki özür, aynı zamanda bir imalat hatası ya da eksikliğidir.

Aynı durum özürlü insan için de söz konusudur. Ondaki bedensel ya da zihinsel özür, o kendi kendisini yaratmadığı için doğrudan onu yaratan mekanizmaya ait olacaktır. Bu mekanizma, ya bir şeyin oluşumunu sağlayan sebeplerin rastgele bir araya gelmesi şeklinde, ya her şeyin kendi kendini yaratması ya da bütün kâmil sıfatların sahibi, her şeyin kendisine muhtaç olduğu, kendisinin hiçbir şeye ihtiyaç duymadığı küllî bir irade ile gerçekleşebilir. İlk ikisi aklen muhal olduğuna göre geriye ilahî/küllî bir iradenin varlığı yani Allah’ın yaratması kalıyor.

İşte ‘özürlü insan’ bu bakımdan sanki Allah’ın yaratmasında bir defo, bir eksiklik varmış anlamına geliyor. Çünkü bu insanlar kendi kendilerini yaratmadılar. Eksiklik yani defo kendilerinden kaynaklanmıyor. Onları anne babaları da yaratmadı. Özürlü olmalarında onların da bir etkileri söz konusu değil. Onları o halleriyle Allah yarattı. Mevcut halleri bir eksiklik ise, Allah’ın yaratmasında bir eksiklik var demektir. Bu ise muhaldir. Dolayısıyla özürlü ifadesi, Müslüman düşünce yapısıyla örtüşebilecek bir ifade değildir.

Bunun yerine kullanılan engelli ifadesi aynı sıkıntıları taşımıyor. İşitme engelli, görme engelli, yürüme engelli, konuşma engelli, zihinsel engelli… İnsan olarak gerekli donanıma sahip olduğu halde, görmesi, işitmesi birileri tarafından engellenmiş kişidir engelli. Dolaylı bir engellenme vardır burada. Ve bu engellenme başkaları tarafından yapılmıştır. Bu bakımdan engelliler, engelli oldukları kısımda mazurdurlar. Özür sahibidirler. Özürlü değildirler. Engelli olmak, eksik olmaktır. Ancak eksik olmak bir eksiklik değildir. Çünkü kendi durumlarının yaratılışında kendi etkileri, kendi dahilleri yoktur. Kaldı ki, her mal sahibi malında dilediği gibi tasarruf etme hakkına sahiptir. Hiç kimse, mal sahibinin malı üzerindeki tasarrufunu sorgulama hakkını kendinde göremez. ‘Neden gözlerim görmüyor?’ şeklinde mal sahibinin tasarrufunu sorgulamaya çalışan biri, hiç olmamak ile ama olmak arasındaki farkı bozulmamış akıl melekesiyle dilerse mukayese edebilir.