Sana yüklenileni taşıyabilirsin, ama kendi yüklediğini değil…

Uzun zaman önce Bingöl’ün köylerinden birinde yaşayan Hacı Mahmut, evlenme çağına gelen oğlunu çalışıp para biriktirmesi için İstanbul’a göndermiş. Gitmiş delikanlı. Ama ilk defa ayrılıyormuş toprağından. Şehir hayatının keşmekeşliğine ilk defa tanıklık ediyormuş. Bir inşaat şirketinde iş bulup başlamış çalışmaya. Fakat ağır gelmiş yeni tanıştığı şehir hayatı. Kaldıramamış. Dönmüş memleketine. Dönmüş ama, bu tecrübe iç dünyasında büyük tahribat oluşturmuş. İnsanlarla irtibatını kesmiş, kendi dünyasına dönmüş delikanlı. Kimseyle konuşmaz olmuş. İçteki sıkıntı ve hüznü, yüzünden okunuyormuş. Her halinden, büyük bir yük altında ezildiği hissediliyormuş. Gitmedik yer, çalmadık kapı, danışmadık büyük bırakmamışlar. Bir fayda elde edememişler.

Oğlunun yarası, baba için de bir dert olmuş. Bir kış günü, bir de ben hayattan anladığımı anlatayım demiş Hacı Mahmut, tutmuş oğlunun kolundan güç bela çıkarmış bir dağın tepesine.
– ‘Bak oğlum’ demiş. Şöyle bir bak etrafına.’ Ovanın bembeyaz karlarla örtülü manzarasını işaret edip, gözün görebildiği bütün yerleri göstererek,
– ‘Sen ve ben ne kadarlık bir yer işgal ediyoruz burada?
Şaşırmış delikanlı. Biraz da soğuğun etkisiyle kekeleyerek:
– ‘Bir metre!’ demiş.
Hacı Mahmut,
– ‘Öyleyse sana yarım metre düşüyor. Ama sen, nedense şu baktığın yerler kadar dertli görüyorsun kendini.’
Delikanlı gözlerinin içine bakarken Hacı Mahmut omzundan tutup şefkatle sol kolunun altına çekmiş ve yürek ısıtan bir ses tonuyla:
– ‘Neden oğlum? demiş. ‘Neden kendi kendini gerçek olmayan bir yükün altına sokuyorsun? Şu gördüklerinin hepsi dert olsa, senin payına ancak yarım metre düşer.’
Bu sözler, zihnindeki duvarları yıkmış delikanlının. Hak vermiş babasına. Dünyanın yükünü sırtlamaktan kurtulmuş. Hafiflemiş ve rahatlamış.