Ölünce uyanmak

“İnsanlar uykudadır” diyor Peygamber Efendimiz; “ölünce uyanırlar.” Uyku ve uyanıklık üzerinden haber veriyor insanın hakikat karşısındaki durumunu. Ve uyanışı ölümle birlikte zikrediyor. Ölmeden uyanmanın olmayacağını; uyanmak için mevcut halde ölmenin yani hâli terk etmenin gereğini ifade ediyor.

Hakikat, akıl ve irade sahipleri için varlığı hiçbir şekilde inkâr edilemeyecek bir gerçekliktir. İnsanın varlığı bir hakikattir. Güneşin varlığı bir hakikattir. Yaratılış bir hakikattir. Ölüm bir hakikattir. Ve bunlar bütün isim ve sıfatlarıyla, Allah’ın mahza hakikat olmasına bağlı hakikatlerdir.

Hakikat ayan beyan görülebilme özelliğine sahiptir. Net bir şekilde bilinemeyen şeyler bu kapsamda zikredilmezler. Akıl, irade ve iz’an sahiplerinin şüphe duyduğu hiçbir şey de hakikat olarak tavsif edilemez. Çünkü hakikat, şüphe kaldırmaz. Hakikati görebilmek her halükârda bilinçli, şuurlu ve uyanık olmayı gerektirir. Uykuda olanlar hakikati göremezler.

İnsan hakikat ile, ruhlar aleminde başlayıp dünya hayatıyla devam eden ve dünyayı terkinden sonra da sürecek olan yolculuğu esnasında iki farklı şekilde karşı karşıya gelir. Peygamberimiz bunu, yukarıda belirttiğimiz “İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.” şeklindeki hadiste ifade etmiştir. Buna göre insan yolculuğunun dünyadan önceki kısmı ile dünyadan sonraki kısmı uyanıklık halinin olduğu kısımlardır. Yani hakikatin net olarak gösterildiği ve aynı netlikte görülebildiği kısımlar. Dünya hayatı öncesinde ruhlar yaratılmış, Elest bezmi gerçekleşmiş ve bütün ruhlar hakikate ayan beyan muttali olmuşlardı. Dünya hayatının sonrasında da din gününde Allah’a, dünyada yapıp ettikleri ile ilgili olarak hesap verecek ve hakikate aynı netlikle hem de bihakkın vakıf olacaklardır. Yolculuğunun bu kısımlarında, insanın hakikati şüpheli bulması ve hakikat karşısında, onu kabul noktasında mütereddit olması hiçbir şekilde mümkün değildir.

Dünya hayatı ise, insanın uykuda bulunduğu kısımdır. Yani hakikati görme ve idrak etme noktasında öncesi ve sonrasından farklı olarak hakikat algısının daha örtülü olduğu kısım. Dolayısıyla insanın dünyada hakikati dikkatli bir şekilde araması, bulduğu hakikate inanması ve hakikati daha kapsamlı görebilecek şekilde bir çaba içerisinde olması gerekir.

Çünkü bu kısım, insanların Allah’a sadakat yönüyle imtihanları için düzenlenmiştir. Burada hakikat berrak değildir, üstü tüllendirilmiş ve bu imtihan sırrı gereği mudakkik bakışların arkasına gizlenmiştir. İşte bu hal dolayısıyla dünya hayatı, uyanıklık haline nispetle uyku hali gibidir.

Ancak Allah, uyku hali gibi olan dünyada hakikati bulmaları hususunda insanları kendi hallerine bırakmış değildir. Onların hakikate yaklaşmalarını ve onu görmelerini sağlaması için yine onların arasından peygamberler göndermiş, onlarla birlikte de katından kitaplar indirmiştir. İnsanlar, peygamberlerin ve kitapların rehberliğinde, tüllendirilmiş olan hakikati algılarının açıklığı oranında görebilme imkanına sahip olurlar. İnanmak, hakikati fark edebilmenin gerek şartlarından biridir. İnanç, hakikat ile kalp, kulak ve göz arasındaki katı engelin yerini hakikatin fark edilebileceği bir perdeye bırakmasına imkan tanır. İman, bu perdenin aralanmasıdır. Ancak iman etmiş olsalar bile, bütün insanlar için dünya hayatının seyrinde, hakikate yönelmekle ilgili koyu bir gaflet atmosferi hakimdir.

Böyle bir atmosfer içerisinde ölümü hatırlamak, hakikatle karşı karşıya getirir insanı. Çünkü ölüm, insana yolculuğunun bütünlüğünü fark edebilme imkanı sunar. Dünya hayatının öncesini ve sonrasını görebilmesini sağlar. Aynı şekilde insan hakikat ilmiyle kendisini ne kadar çok meşgul ederse bu onun, hakikate vukûfiyetini o nisbette de kolaylaştırır. Nasıl ki uyanıklık halinde meşgul olduğu şeyler insanın rüya alemini etkiliyorsa sözgelimi, tuzlu şeyler yiyen birisi nasıl rüyasında su görüyorsa, hakikatin peşinden koşan biri de uyku alemi olan dünya hayatında hakikati keşfe yaklaşabilir. Zira insan sadece dünya hayatıyla birlikte edindiği beden kıyafetinden ibaret değildir. Uyanıklık aleminden gelen hakikate âşina bir ruh ile de birliktedir. İnsanın hakikati farketmesi, beden ile ruh arasında bir uyumun olmasına bağlıdır. Bunu, sadece iman sağlayabilir. Çünkü iman, bedenin ruh lehine tasaffi etmesine imkan tanır.

Dünyada hakikati fark edemeyişimiz ya da onu kabul etmeyişimiz, bizim için ölümü ve uyanmayı değiştirmez. Ölüm herkesin kabul ettiği berrak bir hakikattir. Dünya hayatındaki durumumuz, yolculuğumuzun ölümden sonraki kısmını şekillendirir. İnanmamak, uyanmamaya değil, içinde kalması gerçekten çok kötü olan bir yeri, kendimize mekan olarak hazırlamaya sebeptir. Pişman olmayacağımız bir uyanış için gaflet atmosferini dağıtmak ve hakikati gösteren yol işaretlerine ve de ruhumuzun derinliklerine kulak kesilmek düşer bize. Ancak böylelikle uyanınca pişman olmayacağımız bir iklime uyanırız.