Kimsesiz Çocuklar!

8 Mart Dünya Kadınlar Günüydü. Ege’den bir haber yansıdı medyaya ve haber sitelerinde manşetlerdeki yerini aldı: Şiddete bir kurban daha. Gündem kadınlar günü olunca, kadınlarla ilgili her haber önem arzediyor. Hele bir de uzun zamandır gündemden düşmeyen kadına yönelik şiddet ile ilgiliyse. Medyanın tam da aradığı türden oluyor.

Yer herhangi bir yer aslında. Anadolu’nun herhangi bir coğrafyası. Aile dağınık. Baba, bir başka ilçede çalışıyor. Anne, çocuklarıyla yaşıyor ve o da çalışıyor. Çocuklardan 10 yaşlarında olanlar ikiz, bir de lisede okuyan ablaları var. 

Haftalık tatilinde eve dönüyor baba. Kısacık tatili birlikte geçiriyorlar. Ancak ailenin dağınık olması çoğu zaman olduğu gibi, sorunun ana kaynağını oluşturuyor. Yaşanan ekonomik sıkıntıyla hayat iyiden iyiye sarpa sarıyor. Babanın psikolojisi bozuk. Buna bir de evham eklenince pireler deve yapılıyor artık. Sudan sebeplerle kavgalar çıkıyor.

7 Mart akşamı annenin telefon konuşması tartışmayı başlatıyor. Öncesi, sonrası, kimin haklı, kimin haksız olduğu burda hiç de önemli değil.

Olayı anlatan ikizlerden birinin sözlerinden anlaşıldığı kadarıyla, benzer tartışmalar zaman zaman oluyormuş. Bu kez tartışma büyüyor. Her iki taraf risk alarak, karşısındakini sınamaya çalışıyor. Söz tükeniyor. Baba bıçağa davranırken anne feryad-u figan dışarı kaçıyor. Kavga dışarıya taşıyor. Baba kovaladığı anneyi bir duvar dibinde sıkıştırıyor. Bağırışlarına aldırış etmeden rastgele sallıyor elindeki bıçağı. Bir bıçak darbesi, yüreğine iniyor annenin. Anne öylece yığılıveriyor duvar dibine.

Tartışma çocukların yüreğine iniyor. Komşular mani olamıyorlar. Polis ve ambulansa haber veriyorlar ama onların da yapacakları fazla şey kalmıyor geldiklerinde.

Muhabirler olaya başından beri şahit olan ikizlerden birini konuşturuyorlar: Olayı özetliyor çocuk, annesinin öldüğünden habersiz. Korkulu gözlerle anlatıyor. Telaş ve çaresizliği tüm hareketlerine yansıyor. Ağlıyor. Bir eliyle gözyaşlarını silerken, ağlamaklı sesiyle anne babasının dünyalarını yıkmak için yaptıkları tartışmayı anlatmaya çalışıyor. Babasının depresyon hastası olduğunu, bazan annesiyle tartıştıklarını söylüyor. Henüz olayın boyutlarını hissedemiyor. Herşey o kadar hızlı olmuş ki, kavrayabilmesi zor görünüyor. Polisler ifadesini almak üzere karakola götürürken, üzerlerine çevrilmiş bakışlardaki ‘yazık oldu’ ifadelerine hiç bir anlam veremiyor.

Sanki bir kaç saat sonra, annesi gelecek ve başlarını okşayacak, koklayacak ve teselli edecek. Çünkü her tartışmadan sonra böyle yapar, onları teskin ederdi. Bunu bekliyorlardı yine. Hatta babalarına annelerini üzdüğü için, öfke bile duyuyorlardı.

Ama çevrede konuşulanlar başkaydı: Annesinin öldürüldüğü, onu öldüren babasının da kısa süre sonra yakalandığı söyleniyordu.

Ne demekti annenin ölmesi. Ne yani, bir daha kalkmayacak mıydı annesi? Kendileriyle yaşamaya devam etmeyecek miydi? Başlarını kime yaslayacaklardı? Acılarını kiminle paylaşacaklardı? Canları bir şey istediğinde artık ne yapacaklardı? Kim hazırlayacaktı kahvaltılarını? Okula kim uğurlayacaktı? Kim öpecekti yanaklarından? Sevinçlerine kim ortak olacaktı? Okuldan geldiklerinde kim karşılayacaktı onları? Kimsesiz mi kaldılar şimdi?

Daha biraz öncesine kadar anneleri, babaları ve evleri vardı. İyi kötü bir yuvaları, çalacak kapıları vardı. Sıkıntıları olduğunda kimseleri vardı. Ama şimdi anneleri öldürülmüş, babaları tutuklanmış, herşey gözleri önünde bir anda olup bitmişti. Lisede okuyan ablalarının bunlardan henüz haberi bile yoktu. O, bu durumu bir cümleyle öğrenecek, hayatı ve dünyası bir cümleyle değişecekti.

Artık ‘anne’ denildiğinde babaları tarafından öldürülmüş ve sevgi pınarları kurutulmuş kişi gelecek akıllarına. ‘Baba’ denildiğinde de annelerini öldüren, kendi düzenlerini dağıtan, kendilerini bu küçük yaşlarında hem annesiz hem de babasız bırakan kişi.

Kimsesiz kaldılar.

Kadına şiddetten en çok etkilenenler çocuklar.

Şimdi ne olacak? Ne yapacaklar? Telafisi olacak mı bu durumun?

Bütün bunlar zihnimden geçti haber metnini okuyup çocukların görüntülerini seyrederken. Çünkü ortada kalmışlık hissi en baskın his olarak öylece duruyordu. Kimsesiz 10 yaşında iki çocuk. 10 yaşında. Biraz öncesine kadar dayandıkları, sığındıkları anne babaları kadar güçlü idiler, şimdi o güçleri de yok artık.

Kimsesizler…

Korktum. Bir ürperti kapladı yüreğimi. Tedirgin oldum ve dua ettim onlar için.

Onbinlerce çocuk vardır, bu şekilde. Hepsinin ruhunda derin izler kalmıştır yaşadıklarından. Fırtınalar içlerinden bir çıkabilse, ortalığı kasıp kavuracaktır hani. Çünkü insanın kolunu kanadını kırıyor kimsesizlik hissi. Hele de çocuklarda…

Türlü cilveleri var hayatın. Zamanın karşımıza neler çıkaracağını bilmiyoruz. Bir gün ansızın biz de öleceğiz. Elimizi eteğimizi çekeceğiz hayattan. Bu, ya bugün olacak ya yarın. Ama bizim planlamamızla olmayacak. Bu kesin. Emr-i Hak vaki olduğunda bizim de çocuklarımız, annesiz babasız kalacaklar. Bizsiz kalacaklar.  Üstelik küçük yaşta da olabilirler biz vefat ettiğimizde… Ne kadar hazırlıklıyız her şeye?

Bu bakımdan anne baba olarak çocuklarımızın yüreklerinde kimsesizlik hissisinin yeşermesine imkan tanıyacak bir boşluk bırakmamak gerekiyor. Henüz küçük yaştan itibaren onlara hiç bir zaman ve hiçbir yerde yalnız olmadıkları, her şeyin sahibi ve maliki olan Allah’ın onlara şahdamarlarından daha yakın olduğu inancını yüreklerine hem de kuvvetli olarak yerleştirmeliyiz. Karşılaştıkları bütün olumsuzluklar karşısında sarsılmayacakları, kendilerini yalnız ve kimsesiz hissetmeyecekleri güçlü bir inanç yeşertmeliyiz yüreklerinde. Allah’ın her an onlarla beraber olduğu, sırtlarını O’na dayadıkları ve O’na sığındıklarında bütün olumsuzluklara meydan okuyabilecekleri şeklindeki inancı.

Çocuklarımıza şunu öğretmeliyiz: Onları yaratan, onları besleyecek ve koruyacaktır aynı zamanda. Anne baba olarak biz bunun için sadece birer vesileyiz. Kendimizi korumaktan aciz varlıklar olarak, onları ne kadar koruyabiliriz ki. Biz ne çocuklarımızın verdiği havayı tekrar almalarına müdahale edebiliyor ne de bir domatesi yaratabiliyoruz.

Bu bakımdan, kendi acizliğimize bakmadan onların yüreklerine bilerek ya da bilmeden kendimizi yerleştirmeye çalışırsak, bizi kaybettiklerinde her şeylerini kaybedecek hale getirmiş oluruz. Kendimizi onların kimsesi haline getirirsek, onları kimsesizliğe sürüklemiş oluruz.

Çocuklarımıza güçlü bir Allah inancı kazandırmak durumundayız. Ancak mesele o kadar mühim ki, sosyal sorumluluğu bulunan her kurum bu konuda üzerine düşeni yapmaktan bir an bile geri durmamalı. Temel eğitimde zorunlu din derslerinin işin ehli eğitimciler tarafından verilmesinin önemi burada çok daha net bir şekilde görülebiliyor. Türlü mazeretlerle buna karşı çıkanların bu durumdaki çocukları nasıl ayakta tutmaya çalışacaklarını merak ediyorum doğrusu.

Tekrar çocuklara gelelim:

Allah bu çocukların rızıklarına ve korunmalarına aracı olan anne babayı aradan çekip aldı. Biri kabristana gitti bir cezaevine. Bir boşluk kaldı orada sanki. Ama Allah, oluşan boşluğu mutlaka daha mükemmel vesilelerle kapatacak, çocukların rızıklarını ve korunmalarını başka vasıtalarla sağlamaya devam edecektir. Çünkü O, yarattıklarına karşı çok merhametlidir. Onları gözeten ve koruyandır.

Olaylara ilkinden farklı olarak böyle bakıldığında, gidenler elbette geri gelmeyecek. Yaşananlar hiç yaşanmamış sayılmayacak. Ancak insanlar daha güçlü olacaklar. Omuzları daha dik olacak. Allah’tan başka hiçbir şeye eyvallah etmeyecekler. Bütün olumsuzluklar karşısında sağlam bir duruş ortaya koyacaklar. Ve yaratılış gayesini gerçekleştirme çabasını sürdüreceklerdir.

Allah ne güzel vekildir.

Vesselam…