Birileri zihnimize mi musallat oluyor ne!

 

Bugün tam anlamıyla bir haber bombardımanına maruz durumda zihnimiz. Haberler tufan gibi yağıyor üstümüze. Üstelik çok önemli bir kısmı doğrudan bize ve hayatımıza dokunan türden haberler de değil. Dışarıdan gelen bu haber tufanı bizde merak duygusuyla birleşince zihnimizde tsunami etkisi yapıyor. Şaşkın ve neredeyse tüm algılarımız itibariyle duyarsızlaşmaya başlıyoruz. O kadar yoğunki haber bombardımanı, hiçbirine gerektiği kadar ilgi göstermiyoruz. Buna vaktimiz de olmuyor. Bu yüzden gerek basılı, gerek görsel ve gerekse sosyal medyada çok hızlı bir şekilde tüketiyoruz haberleri. Biz tüketirken, haberleri üretenler de bir yandan kitle iletişim araçlarıyla, akıllı telefonlar, televizyon, radyo, internet ve gazetelerle bu haberlerin olabildiğince süratli ve etkili bir şekilde bizlere ulaşmasını sağlamaya çalışıyorlar. Çünkü zihnimize talipler. Zihnimizi manipüle etmek ve yönetmek istiyorlar. Zihnimizi manipüle etmek istiyorlar, zira kendi erklerini, iktidarlarını ve güçlerini böyle koruyabileceklerini dahası menfaatlerini bu şekilde gerçekleştirebileceklerini düşünüyorlar.

Üstelik bunu yaparken, bizim hiçbir şekilde defans oluşturmayacağımız tarzda yapıyorlar. Haber ağının içine tamamen kendi isteğimizle daldığımız için, zihnimiz çok daha kolay bir şekilde, sezdirmeden ve hissettirmeden yönetiliyor. Sonuçta zihnimizi manipüle edenlerin istediği gibi düşünmeye başlıyoruz. Biz zihnimizi onların verileriyle dizayn edince onların hakimiyetlerini ve menfaatlerini süreklileştirmiş oluyoruz aynı zamanda. Yani kitle iletişim araçlarının zihnimize müdahalesi, bireysel anlamda zihnimizin tutsaklaşmasıyla doğru orantılı gibi. Zihnimiz kitle iletişim araçlarına ne kadar açıksa, bireysel bağımsızlığımız o kadar azalıyor.

Fert olarak haber organlarında ve sosyal medyada yer alan haberlerin her birine ulaşabilecek durumda değiliz. Bu pratikte mümkün de değil. Dolayısıyla bize ulaşan haberlerin neredeyse tamamı, birilerinin gözüyle. Bunu biliyoruz. Bir olayın, görülebilecek onlarca yönü var. Bunu da. Haberi yapanların baktıkları yerin, bakılacak tek yer olmadığı gerçeğini de malumumuz. Eğer bütün bunları dikkate almadan, haberleri ‘kâle’ alıyorsak, onları dillendiriyor ya da beğenip sosyal ortamlarda paylaşıyorsak aslında bir dedikodu zincirinin zayıf, lakin etkili bir halkası olmaya başlıyor, doğruluğunu bilmediğimiz haberlerin dedikoducuları oluyoruz demektir. Bizi o halkaya dahil eden meraklı olma özelliğimizin yanısıra içimizde beslediğimiz güven duygusu aynı zamanda. Tanımadığımız, bilmediğimiz insanlara  güveniyoruz. Bir gazeteye ya da gazeteciye olan zannî itimadımız, her nasılsa birden gazetede yer alan tüm haberleri kucaklayıveriyor. Hele gazete ya da gazeteciyle benzer düşünüyorsak sanki haberi bizzat kendimiz hazırlamış gibi bir tavır içerisine giriveriyoruz. Yani neresinden bakarsak bakalım inanılmaz bir zayıflık içerisindeyiz.

Oysa sosyal çözülmelere ve bireysel ayrışmalara zemin hazırlayabilecek bu tarz durumlarla ilgili ilahi öğretide net prensipler vaz’ edilmiş:

Ey iman edenler, (çizgi dışına çıkmış, itaatsiz, emirleri yerine getirmeyen) herhangi bir fâsık size bir haber getirecek olursa, onu iyice tahkik edin, doğruluğunu araştırın. Yoksa, gerçeği bilmeyerek, birtakım kimselere karşı fenalık edip sonra yaptığınıza pişman olursunuz.’ Hucurat: 49.

Ayet, açık bir şekilde fasıkların yaptığı haberlere, tahkikat yapmaksızın itibar etmekten sakınmamızı emrediyor. Haberin gerçeğini öğrenmemiz için doğruluğunu araştırmamız isteniyor. Elbette fasık bir gazetecinin her yazdığı yalan ve yanlış olmayabilir. Ancak Allah ayette, ‘herhangi biri’ yerine ‘herhangi bir fasık’ ifadesini kullanmakla haberi getirenin şahsına vurgu yapıyor ve bir haberin/sözün kendisi kadar, kim tarafından söylendiğinin de önemli olduğu gerçeğini dikkatlerimize sunuyor.

Habercilik sektörünün çok uzun zamandır, artık insanları sadece doğruya yakın bir şekilde bilgilendirmeye çalışan masum bir sektör olmadığını hepimiz biliyoruz. Haber kaynakları birbirine girmiş durumda. Bir çok medya kuruluşu, haberleri abone olduğu ulusal ve uluslararası ajanslardan alıyor ve ancak özel haberlere kendi muhabirlerini gönderebiliyor. Haberlerin adedinin çok ve haberci sayısının fazla olması dolayısıyla haberleri yapan habercileri birebir tanıyabilme imkanımız da yok. Muhabirlerin itikatlarını, amellerini ve takvalarını bilmemiz imkansız. Aynı şekilde haberlerin her birinin kaynağına ulaşmak suretiyle doğruluğunu tahkik edebilme imkanına da sahip değiliz. Bu mümkün de değil. Bu yüzden gazetelerde, televizyonlarda ve sosyal medyada karşımıza çıkan ve ilgimizi çeken, bilgilerini kullanmak ve paylaşmak istediğimiz her haberle ilgili tahkikat yapmak ve haberin doğruluğunu araştırmak durumundayız. Habercinin fasık olmadığını bilsek bile bu davranışı sergilemekle yükümlüyüz. Bediüzzaman Said Nursi’nin veciz bir şekilde ifade ettiği, “hüsn-ü zan, adem-i itimat” ilkesini bu bağlamda da geçerli kılarak, fasık olmayan “gazeteci, yazar, doğru söylüyor olabilir, ancak doğruluğunu tahkik etmeden kesinlikle itimat etmemeliyim’ diye düşünebiliriz.

Haberlerin doğruluğunu te’yit edemiyorsak, bize düşen şey, o haberlerle ilgili herhangi bir kanaat geliştirmekten kaçınmak olmalıdır.  Haberin doğruluğunu araştırmadan, sadece onu bizimle paylaşanlara olan itimadımız dolayısıyla, doğru bir haber olarak algılar ve doğru bir habermiş gibi yaymaya çalışırsak, gerçeği bilmeden, birtakım kimselere karşı fenalık edip sonra yaptıklarımız dolayısıyla pişmanlık duyabiliriz. Haberin doğruluğunu kaynağından tey’id ettiğimizde, elbette kanaatlerimizi de değiştirebiliriz. Bilgilerimiz değiştiğinde kanaatlerimiz de buna bağlı şekilde doğal olarak değişebilir. Bugün doğru olduğunu bildiğimiz mevcut bilgilerle böyle bir kanaate sahip olabiliriz, ancak yarın sahip olduğumuz başka bilgilerle kanaatlerimizi değiştirebiliriz. Neticede biz kanaatlerimin esiri değil, onları tesis edip düzenleyen kimseleriz.

Haberin tahkik edilmesiyle ilgili olarak şunun da altını çizmek lazım. Eğer haberler, bir hüküm vermemizi gerektiriyorsa, haberlere bir adil hakim titizliğiyle yaklaşmamız gerekiyor demektir. Duygularımızı, temayüllerimizi, başkalarına olan itimatlarımızı, hüsn-ü zanlarımızı bir kenarda tutmamız ve net bir şekilde olayla ilgili bütün tarafları dinleyip, olayın tamamına vakıf bir şekilde hüküm vermeye çalışmamız icap eder. Lehte ve aleyhte yer alan delilleri, olayın sebeplerini, sonuçlarını ve oluş şeklini büyük bir itinayla irdelemeliyiz. Çünkü bir hakim titizliğiyle adil bir davranış ortaya koyamayacağını düşünen veya böyle bir kaygı taşımadan basit bir hüsn-ü zan ile hüküm sahibi olan herkes, aslında kendisine yönelik zihinsel manipülasyonların etkisi altına girmiş demektir. Bunlar sadece zihinsel güdülme dışında, başkalarına karşı haksızlık yaparak, oturdukları yerde, sahip oldukları hükmün karşılığını da ödemek durumunda kalarak zulme ortak olmuş olurlar. Böyle bir ortaklığın kuşkusuz mesuliyeti de oldukça fazladır. Hiçbirimiz oturduğumuz yerde böyle bir mesuliyetin altına girmek istemeyiz.

Bu bakımdan sosyal ortamlarda yaydığımız, paylaştığımız ve beğendiğimiz haber ve bilgileri kullanırken onları kaynakları ve doğrulukları yönüyle tekrar tekrar gözden geçirmekte büyük faydalar var. Herkesin her şeyi konuştuğu, doğruların zanna dayandırıldığı, sosyal gevezeliğin hastalık halini aldığı bir dönemde, bin düşünüp bir konuşmak, bin tartıp bir paylaşmak ve bunu hikmetle iş gören bir hakim edasıyla yapmak gerek.